Milattan dört binyıl önceye dönüyoruz… İnsanoğlunun dünya yüzeyinde yaşamaya başlamasının ardından toprağı işleyip kentler kurmaya, kurdukları kentlerin etrafına surlar örmeye başladığı günlere. Artık çok geçmişte kalmış bu kadim günlerde, insanın çevresine egemenlik kurmaya başladığı çağların birazcık öncesinde fırtına tanrısı, gökyüzü tanrısı, bereket tanrısı gibi tanrılar vardı, ama onlar sadece işlerini yapıyor ve insanın kaderiyle hiç ilgilenmiyorlardı. Derken bir şeyler oldu ve bu ilahi varlıklar kendilerine tapmaya başlayan insanın kaderiyle de ilgilenmeye başladılar. Çünkü insanlar arasından bir grup öne çıkıp bu tanrıları yaşadıkları kentlere bağlamışlardı, ki zaman içinde rahipler sınıfını oluşturacak olan bu insanlar seçtikleri tanrıların yaşayabilmeleri için kentlerde görkemli tapınakların yükselmesine, karınlarını doyurup mutlu olmaları için onlara adaklar sunulmasına diğerlerini ikna ettiler. Zamanla tanrılar insani görünümlere bürünürken, insanlar da tanrısal nitelikler yüklenmeye başlayacaktı. Günümüzde varlığını sürdüren neredeyse tüm tek tanrılı dinlerin temellerini atan, onları etkileyen kadim Mezopotamya dininin kapıları önümüzde açılıyor; hem de bu alandaki en yetkin insanlardan biri olan Profesör Jacobsen tarafından.