“Sabah... Hava soğuk... Selo erken kalkar. Hüseyin de uyanmıştır. Eğitim Fakültesi’nde okuyan geleceğin genç öğretmenlerinin güvenliklerini alma sırası onlardadır. (…) Her gün, gece gündüz koşturmak onları epey yormaktadır. Buna her sabah altı, altı buçukta kalkmak da eklenince yorgunluk iyice artmaktadır. (…) Gelenler iyice kalabalıklaşır... Hiçbirinde tedirginlik yoktur, kızlı erkekli gruplar halinde sohbet ederlerken, ‘Çoğunun bizden haberi bile yok’ diye düşünür Selo. ‘Umarım bu arkadaşlar ileride iyi birer öğretmen olurlar ve düşünen, sorgulayan, boyun eğmeyen, cıvıl cıvıl, yaşam dolu öğrenciler, gençler yetiştirirler... Bunda bizim katkımızın olması her şeye değer...’ Bunları düşünürken mahmurluktan kurtulduğunu ve yüzünün güldüğünü hisseder. Tanıdıklara selam verip ‘Günaydın’ demeye başlar, Hüseyin ve diğer grup da gelmiştir; gençler otobüse biner ve uzaklaşırlar. Ortalık sakinleşmiştir... Bir sabah daha görevlerini yapmanın rahatlığıyla derneğe doğru yürürler. Kendileri de gençtir; geleceklerini düşünmeden, kendileri gibi genç insanların yarınları için yaşamlarını hiçe sayan, başka gençler için endişe duyan gençlerdirler aslında. Marştaki gibidirler; dil farkı bilmeyen, din farkı bilmeyen, sanki bir anadan doğmuş olan insanlardır.”