İslam toplumu canlı ve hareketli olduğu dönemlerde, ihtiyaçları, doğrultusunda kendi meselerini kendisi ortaya koyuyor ve yine kendisi çözmeye çabalıyordu. Bu meseler, miadlarını ve tabii ömürlerini doldurunca da yerine lüzumlu ve güncel olanlarını koyuyor, eskilerini kültür deposuna kaldırıyordu. Yabancıların dışardan empoze ettikleri çözümler konusunda da son derece dikkatli davranıyordu. İslam düşüncesini, duraklama ve gerileme döneminde zamana, mekana, sosyal şartlara göre gündem oluşturamamış ve eski gündem konularıyla boş ve anlamsız bir şekilde meşgul olunmuştu. XX. Asırda bağımsızlık, kurtuluş mücadelesi, hürriyet, adalet, özellikle sosyal adalet, insan hakları, demokrasi, ekonomik ve kültürel kalkınma, milli irade, yönetime katılma, rasyonel çalışma çok üretme, hakca bölüşme üzerinde en çok konuşulan meseleler oldu. Çoğu zaman sözü edilen hususların sosyalizm, komünizm veya kapitalizm ve liberalizm ile gerçekleştirileceğine inanıldı. Bu arada, belli bir kesim de, söz konusu hedeflere İslam’la ulaşılacağını savundu. Bu görüşte olanlar, siyasi bir parti halinde örgütlenip faaliyete geçince, siyasi islam diye bir kavram ortaya çıktı. Sadece demokrasi değil, bilim, teknoloji, sanat, ekonomi ve diğer sosyal kurumlar ve disiplinler de belli bir süreç izler. Genel olarak dinin, özel olarak da İslam’ın bu sürecin dışında kalması mümkün değildir. Din dinamiktir, canlıdır hareketlidir; değişme gelişmeye ve yenilgiye açıktır. Değişim ile geleneğin birlikte düşünülmesi şarttır. Önemli olan bu iki sosyal realitenin bağdaştırılması ve uyum içinde işlevlerini yerine getirmelerinin sağlanmasıdır.