21. yüzyılın iş dünyası, önceki yüzyıllara göre çok daha rekabetçi, daha hızlı, daha dinamik ve teknoloji ile daha iç içedir. Yaşanan hızlı ve keskin gelişmeler, işletmeleri ve çalışanlarını da etkilemekte, önceleri daha çok bireysel stresten söz edilirken günümüzde yoğun şekilde hem bireysel hem de örgütsel stresten söz edilmektedir. İş yaşamındaki stresi anlatan örgütsel stres kavramı, özellikle de hastalıklar, devamsızlıklar, verimsizlik, düşük performans, iş doyumsuzluğu, tükenmişlik ve işgücü devrinin yol açtığı maliyetler nedeniyle sadece işletmeleri değil, çalışanları ve çalışanların ailelerini de etkileyen, bireysel, örgütsel ve toplumsal düzeyde önemli sonuçlar doğuran bir olgu hâline gelmiştir. Stresin, iyi yönetildiğinde harekete geçirici ve motive edici etkisi nedeniyle davranış ve sonuçlara olumlu yansımaları söz konusu olurken, iyi yönetilemediğinde ise tam tersi bir etkisi ortaya çıkmaktadır. Bu kritik dengede, bireylerin stresi tolere etme düzeylerinin önemli olması kadar işletmelerin stresle mücadele konusunda aldığı önlemlerin de büyük rolü vardır. Ancak uygulamada, ne yazık ki yöneticilerin çoğu, stres kaynaklarını ya görmezden gelmekte ya bu stres kaynaklarının hiç farkına varamamakta ya da çok geç farkına varmakta, farkına vardığında ise önlem alma konusunda geç kalmaktadırlar. Stresle mücadele konusunda geç kalınmasının maliyetinin ise çok yüksek olduğu, yapılan araştırmalarla da kanıtlanmış durumdadır. Bu nedenle öncelikle stres kaynaklarının tanınması, konuyla ilgili önlem alınmasında anahtar rol oynamaktadır. Böylece, 'sivrisineklerle uğraşmak yerine bataklığı kurutmak' metaforunda olduğu gibi, görünen sebeplere değil kaynağa yönelik önlemler alınarak yaşanan sıkıntıların giderilmesi daha akılcı ve kalıcı olacaktır. Bu doğrultuda çalışmada, öncelikle stres olgusu açıklandıktan sonra, stres kaynaklarının neler olduğu, sonuçları ve stresin azaltılması konusunda yardımcı olacak yöntem ve teknikler detaylı şekilde anlatılmıştır.