Türkiye’de son 20 yıldır üzerinde çok konuştuğumuz, ancak çözemediğimiz bir konu, daha doğrusu sorun, insan hakları... Ulusal siyasetin küresel baskılara maruz kaldığı, toplumun ve hatta devletin küresel aktörleri keşfettiği bir alan. Dolayısıyla, insan haklarını konuşmak, yazmak, talep etmek ve çözmek küresel siyasetten ayrışık değil. İnsan hakları, önce acının sonra siyasetin küreselleşmesi... Kitap, küreseleşme olgusuna birey ve bireyin özgürlüleri perspektifinden bakmamız gerektiğini öne sürüyor. Küreselleşme, birey ile devlet arasında bir ‘tampon’ alan yaratıyor. Devletin egemenlik alanı bir yandan küresel aktörler tarafından paylaşılırken, birey de ‘egemen’ bir özne olarak devletin denetimsiz egemenlik anlayışını ‘içte’ kısıtlıyor. Bu niteliğiyle küreselleşme ‘ceberrut devletler’ karşısında bireyi ‘özgürleştirici’ bir işlev taşıyor. Birey, egemenlik iddiası taşıyan devletler karşısında artık yalnız değil. ‘Dev’ karşısında yalnız olmamak güzel; daha güvenli ve daha insani.... Küreselleşmenin toplumsal ve iletişimsel entegrasyon imkanları, bir başka ifadeyle küreselleşmeyle ortak toplumsal alanlar yaratılması, insanları siyasal alanlarda hapsetmeyi imkansız kılıyor. Toplumsal alan, siyasal sınırlar tarafından durdurulamayarak devletler ötesi bir niteliğe dönüşüyor. Topluluklar ve bireyler arasında oluşan ortak küresel/kamusal alanlar devletin denetiminden çıkıyor. Sonuçta, hem uluslararası alanda hem de ulusal düzeyde küresel dinamiklerin baskısıyla ‘evcilleşen’ bir dev-letle karşılaşıyoruz. İnsan haklarını anlamak için küresel siyasete, küresel siyaseti anlamak için de insan haklarına bakan yazılardan oluşan bu kitap, tartışmalara ve çözüm arayışlarına katkıda bulunmanın mümkün olabileceği umudunu taşıyor.