O güne kadar insanlar benim için “açlar, toklar, zenginler, fakirler” diye ikiye ayrılıyordu. O günden sonra ise hayatta başka ayrımların olduğunu fark ettim. İnsanlar bölünebildikleri kadar bölünüyor, tükenebildikleri kadar tükeniyorlardı. Aynı okulda aynı tabakta yemek yediğim, insanlar beni düşman bellemiş, daha oniki yaşımda ruhumda kapanmaz, onarılmaz yaralar açmışlardı. Oysa bizim evde din, inanç kültür, bu tarz şeyler hiç konuşulmuyordu. Çünkü bizim evde fakirlik vardı. Bizim evde sofraya konulan çorba ve ekmek konuşuluyordu. Biz yokluk ve sefillikle uğraşırken, başka yerlerde başka insanlar, tok karınlarıyla insanları başka sefilliklere mahkûm etmeye çalışıyorlardı. Büyüdüğüm köyde herkes birbirine saygılı ve kimse kimsenin inancını yaşam şeklini sorgulamıyordu. Sırtıma vurup yollara düştüğüm büyük hayallerim ve gelecek umutlarım, Baskil Yatılı İlköğretim Bölge Okulunda yerle bir olmuştu. Karnım doysun, güzel bir geleceğim olsun diye çıktığım yolda, ruhumu açlığa mahkûm edip dönecektim.