“Tarih Savaşları”, bütün şiddeti ile sürüyor; bir tarafta “geçmiş”i kendi ideolojilerini tarihsel olarak temellendirmek için tahrif eden sözde-tarihçilerin tarihleri, diğer tarafta ise “geçmiş”i bilim namusu uğruna olduğu gibi resmetmeye uğraşan gerçek-tarihçilerin tarihi... Bunlardan birini seçmek zorundayız! Birinci Yolu seçersek, bilelim ki sadece geçmişimizi yitirmeyiz, geleceğimizi de yitiririz. Historia 1923, bu endişeyle 3 sene önce Tarih Savaşları’na katıldı ve İkinci Yolu, yani bilimin yolunu seçti. Yeni sayımız “Yeniden Atatürk”te de yayımlamış olduğumuz makalelerle “Atatürk Gerçeği”nin peşine düşüyoruz; onu anlamaya ve açıklamaya çalışıyoruz. Böyle bir sayı yapmamız yalnızca Atatürk ve Atatürkçülüğün Türkiye ve dünya tarihinde oynamış olduğu olağanüstü rolden kaynaklanmıyor. Bir de günümüzde Atatürkçülük ideolojisinin Türkiye ve Batı Asya’da (Orta Doğu’da) oynamakta olduğu can alıcı rol var. 1920’den başlayarak bugüne değin Türkiye ve Batı Asya toplumlarında temel çelişki, Devrim ve Karşıdevrim arasındadır. Devrim deyince, felsefesi Aydınlanma, önderi Atatürk olan Millî Demokratik Devrimi kastediyoruz. Karşıdevrim geleneksel, feodal, Orta Çağcıl şeyhlik ve ağalık düzenidir. Atatürk, devrimi neden yaptı? Genel kanı, devrimin şıklık, hoşluk olsun diye halkın kalkınması için yapıldığıdır. Yani, Türkiye dünyada çağcıl (modern) bir ülke sayılsın diye yapılmıştır. Gerici ve tutucu çevrelere göre Devrim, Batı’yı taklit eden kişiliksiz bir hareket, bir züppeliktir. Kimi Marksçılara göre, toprak reformunu yapamadığı, sınıf yapısını değiştiremediği için devrim sayılmamalıdır. Hatta balolara, şapkaya indirgeyerek “gardırop devrimi” diye dalga geçilmiştir. Kurulan eğitim ve araştırma kurumlarını, okullarını, Köy Enstitülerini, gerçekleştirilen sanayi devrimini, bu kurumlarda yetişen irfanı, vicdanı hür kişilikleri görmezden gelirler. Oysa Atatürk’ün derdi, telaşı şuydu: Batılılar etnosantrik (ırkçı) oldukları için Türklerin Anadolu ve Rumeli’deki egemenliklerine olduğu kadar, varlıklarına bile dayanamıyorlardı. Egemenlikle yetinmiyorlardı. “Etnik Temizlik” de istiyorlardı. Sevr, Türklüğü Rumeli’den olduğu gibi Anadolu’dan da tasfiye planıydı. Onu başaramamışlardır. Sevr’in yerine bağımsız Türkiye’yi hükme bağlayan Lozan gelmişti. Ama Batılılar dünyanın en güçlü, en zengin, en bilgili insanlarıydı. İlk fırsatta yeni bir Sevr tezgâhlayacaklardı. O zaman Türkler bir Orta Çağ toplumu (homo-ahretikus) olarak buna karşı koyamayacaktı. Karşı koyabilmek için Türklerin en kısa zamanda Orta Çağ’dan çıkıp son çağa geçirilmeleri gerekiyordu. İşte Atatürk Devrimi öncelikle bunu hedefliyordu. Demek ki, Türkiye’deki temel çelişki Atatürk Devrimi ile Karşıdevrim arasındadır. Komünizm, Sosyalizm, Sosyal Demokrasi, Demokratik Sol, Faşizm gibi öğretiler, bambaşka politik ortamların ürünleri oldukları için Türkiye’deki mücadelelerin ruhunu kavrayamazlar. Bir de şu var: Atatürk Devrimi, Türklerin Rumeli ve Anadolu’da kalmalarının tek reçetesidir. Onun yolundan sapmak, bizim bu coğrafyada kalmamızı tehlikeye sokar. Nitekim Batı emperyalizmi Türkiye’deki karşıdevrimi her zaman bağrına basmıştır. Kemalettin Kaplan, Fethullah Gülen gibi Türkiye’de barınmayan tarikat önderleri, dünyadaki düzinelerle Müslüman ülkelerden birine değil de Almanya, ABD gibi Hristiyan ülkelere sığınmışlardır. Atatürkçülük ülkemizde canlı bir akım olduğu halde 1950’den bu yana, yani 68 yıldır sandalye sayısına göre her genel seçimi düzenli olarak Karşıdevrim kazanmıştır. Tören Atatürkçülüğü ile aldatıla gelmiş pek çok gafil Atatürkçü ise bunu (yenilgiyi) demokrasinin bir gereği sanmaktadır. Şimdi Atatürk Devrimi’nin inanılmaz başarılarından sonra, Türkiye on yıllardır karşıdevrimin Orta Çağ darbeleri altında sarsılıyor. Ülkemiz bu yüzden var olup olmamak tehlikelerine göğüs gererken, homo-ahretikus günümüzde Orta Çağ’ı yaşama lüksünün tadını çıkarıyor. Atatürkçülük Altı Ok’ta billurlaşmış dört başı mamur bir ideolojidir. Fakat Atatürk, sosyalizmin evrensel bir öğreti olmak iddiası yüzünden sosyalistlerin, komünistlerin, Rusya’nın başına emperyalistlerce getirilen belaları gördüğü için kendi devriminin başka ülkelere ihraç edilmesine karşı çıkmış ve bu münasebetle Atatürkçülüğü bir ideoloji olarak geliştirmeye kalkışan Kadrodergisinin (1932-1935) yayınını durdurmuştur. Böylece Türkiye kimi belalardan korunmuştur; ancak bu yüzden devrime karşı olanlara ya da pek yandaş olmayanlara müthiş bir silah da verilmiştir; hatta olasılıkla Atatürk’ün ağzından “Ben bir dogma bırakmıyorum” yollu bir söz de uydurulmuştur. Bu söz yıllarca bir bilim-teknik dergisince ilke olarak kabul edildi. Sanırım birçoklarınca bu, Atatürk’ün “Altı Ok’u boş verin” demiş olduğu biçiminde algılandı. Oysa uzunca süre Kadro’nun yayımlanabilmiş olması bile, Atatürk’ün Altı Ok’u ideoloji olarak gördüğünün bir kanıtı sayılabilir. Atatürk’ün bilimsel kafası, ideolojiye ideoloji demeyi reddedecek bir kafa değildi herhalde…!

Benzer Kitaplar