Likya’nın dinsel yaşamına ilişkin ilk belgeler, M.ö. V. ve IV.yy.a tarihlenen Likçe ve Hellence-Likçe çift dilli yazıtlardır. Bu yazıtların birçoğu mezar yazıtlarıdır ve ihtiva ettiği konu da şüphesiz mezar ihlalleri ve bunlara karşı alınacak önlemlerdir. Tanrıların Likçe adlarının yanı sıra çift dilli yazıtlarda da Hellence versiyonlarıyla karşılaşılmıştır. Hellen dilinin, Hellenistik Çağ itibariyle etkin gücü karşısında artık dinsel yaşamda da bir Hellenleşme süreci hızlanmaya başlamıştır. Likçe isimlerle anılan tanrıların Hellen pantheonu’nda yer alan önemli tanrılarla özdeşleştirildikleri görülmektedir. Bu özdeşleştirme daha çok ortak özellikler üzerinden, bir Likya’lı tanrının Hellen giysisi içindeki halidir. Hellenizasyonun yoğun yaşandığı Hellenistik Çağ öncesi ve Hellenistik Çağ sırasında Hellen tanrılarının kabullenildiği ve yaygın olduğu anlaşılmaktadır. Bu dönemde yerel kültler için uzun bir sessizlik dönemi yaşandığını düşünebiliriz. Fakat bu sessizlik sadece Hellenistik Çağ sonuna kadar devam etmiş; hatta bu dönemde Sozon, Sabazios ve Kabireoi gibi yerel tanrıların tapım görmeye devam ettikleri anlaşılmıştır. İşte Likya’da syncretismus’a uğramamış, Anadolu kökenliği kabul edilmiş veya sadece Likya’da tebcil edildiği görülen, ama Hellen kökenli olmadığı kabul edilen birçok kült Roma İmparatorluk Çağı sonuna dek, adak yazıtları, sikkelerdeki betimlemeleri ve arkeolojik kalıntılardan anlaşıldığı üzere, önemli kült alanlarıyla dinsel yaşamda önemli rollere sahip olmuşlardır. Çeşitli epitheton’larla anılan Ana Tanrıçalar, Eril Tanrılar, Likya’da önemli bir kült olan Kakasbos, Hitit Oniki Yeraltı Tanrıları’nın devamı olduğu düşünülen Oniki Tanrılar, Theoi Dikaioi, çifte baltalı Vahşi Tanrılar, sadece mezar yazıtlarında adları geçen Yeraltı Tanrıları Likya’nın renkli dinsel yaşamında önemli yerel kültleri oluşturmakta idiler...