Pierre Macherey’in Hegel ve/veya Spinoza’sı 1979 yılında Fransa’da yayımlandığında, izleri özellikle Alain Badiou, Antonio Negri ve Gilles Deleuze’ün eserlerinde takip edilebilen büyük bir etki uyandırır. Macherey, iki karakteristik filozofun yakınlığını aralarındaki uzlaşmaz gerilime dayandıran bir soruşturmaya girişir. Ona göre, Spinoza’nın her Hegelci okurunun, keza Hegel’in her Spinozacı okurunun hissettiği tuhaf yakınlık duygusu nu açıklamanın başka bir yolu yoktur. İki filozofu birbirinin içinde okumayı zorunlu kılan bu uzlaşmaz gerilim, kendini en çok Hegel’in Spinoza’ya bakışında belli eder. Hegel’in Spinoza’yı temel felsefi muhatabı olarak aldığı bir gerçektir. Ama Hegel, Spinoza’yı anlamamış, kendi sisteminin egemenliği altındaki bir unsur olarak sindirmek zorunda hissettiği için, onu adeta yanlış okumuştur. Hegel, Spinoza’yı kendisinden bile daha iyi anladığını iddia etse de, sanki onda kendi sisteminin bir sınırını görmüş gibi davranmaktadır. Nitekim Hegel’in Spinoza’nın ortaya koyduğu soruna sürekli geri dönme ihtiyacı hissetmesi, onun Spinoza’da sindirilemeyen bir şey, sürekli yeniden yüzleşmek zorunda kaldığı bir direnç bulduğunu gösterir. Buradan yola çıkan Macherey, Hegel’in Spinoza’yı kendisinin henüz yeterince gelişmemiş bir öncülü olarak sunan ilerlemeci felsefe tarihi okumasını terse çevirecek, Hegelci felsefenin asıl alternatifinin Spinoza olduğunu iddia edecektir. İçkin bir felsefe olarak Spinoza, henüz Hegelci olmayan değil, zaten hiç Hegelci olmamış bir felsefedir.