Ana rahmine düşmemiz ile başlıyor hayatımız. Bize ezeli kudret tarafından, bize bakan yönler hariç her şey takdir edilmiş. Cinsiyetimiz, saç ve göz rengimiz, ellerimiz, ayaklarımız ve birçok şeyimiz bize o an verilmiş. Ne annemiz ne babamız ne de başka biri yeni bir insanın hayat bulmaya başladığını biliyor. Sonra annemizin hamilelik belirtileri ile belli etmeye başlıyoruz varlığımızı. Seviniyorlar anne baba olacaklarına. Belki ileride sergileyeceğimiz davranışlar onları çok üzecek; iyi bir ahlak sahibi olmayacağız veya tam tersi gayet iyi ve olumlu bir insan olacağız. Yaşayacağımız hayatın kalitesinden, sahip olacağımız evsaf ve kişilikten onlar da bihaber. Öyle ya insan, seçimleri, davranışları ve bu ikisinin kişide artık sabit hal almaya başladığı karakter ve kişiliği ile kendini gösteren bir varlık. Ve vakti gelince doğuyoruz. Demek hak etmişiz bir miktar yaşamayı. Sonsuz kudret bizi yaşamaya ve insan olmaya layık görmüş. Hayat yolunda kendi seyrüseferimizi yaşamak üzere doğuyoruz. Yaşadığımız sürece olgun bir birey mi, yoksa sadece hayatın günlük meşgaleleri ile uğraşan sıradan bir birey mi veya cehalete ve zillete mahkûm olmuş bayağı bir birey mi olacağız? Hepsi bir muamma. Annemiz babamız tüm bunlardan gafil olarak daha bir seviniyorlar. Haklılar, sonuçta kendilerinden bir parça onlara emanet edilmiş; bakıma muhtaç insan türünün bir mensubu var kucaklarında.