Muhterem Okuyucum; Hayatta savaşın bitmediği ve bitmeyeceği sosyolojik bir gerçektir. Ülkelerarası savaşlar, şekil değiştirerek devam ediyor ve edecektir de. Günümüzde ise iç harbe sebep olan terör olayları dünyayı sarmış durumda. Çevremizde ve diğer İslam ülkelerinde, üstelik kendisine İslami isimler vererek, sanki cihat yapıyormuş gibi, terör örgütleri oluşmakta ve ülkemizi de ciddi bir şekilde rahatsız etmektedir. Ülke dışında da İslamofobi hareketleri oluşmakta, aslında tamamen barış dini olan dinimiz İslam, saldırı dini imiş gibi gösterilmekte, dinimize ve dolayısıyla ülkemize düşman sayısını çoğaltmaktadır. İslami isimler taşıyan bu gruplar maalesef bunun farkında değiller, İslama hizmet değil düşmanlık yapıyorlar ve İslam düşmanlarının sayının çoğalmasına sebep olmaktadırlar. Halbuki “haksız yere bir kişiyi öldürenin dünya insanlarını öldürmüş gibi olacağı” Âyet-i Kerimede açıkça ifade edilmektedir (Mâide: 32). Savaş konusunda da dinimiz, saldırı değil, ancak savunma (müdâfâa) savaşına müsaade ettiği yine Âyet-i Kerime ile sabittir (Bakara: 190-193). Bu durumlar beni de fazlasıyla üzdüğünden seneler öncesi hazırladığım ve beklemekte olan elinizdeki harple ilgili çalışmamı güncellemeye karar verdim. Çalışmamı güncellerken, ilahiyatçı olduğum kadar aynı zamanda eğitimci olduğumdan dikkatimi çeken bir hususu vurgulamakta yarar gördüm: Mâlûm, İslamiyetin ferdî, ailevi ve siyasi olmak üzere üç yönü vardır. Âyet-i Kerimelerde ve bunları destekleyen Hadîs-i Şeriflerde öncelikle ferdî ve ikinci olarak da ailevi müslümanlığa vurgu yapılmakta (Tahrim: 6) ve müminlerin, müslüman olarak ruhlarını teslim etmeleri istenmektedir (Al-i İmran: 102). Burada Müslümanın yaşadığı ülkenin Şeriat ülkesi olması veya olmamasından bahsedilmemektedir. Müslüman olarak ruhunu teslim eden bir müminin Cennet’e gideceği müjdesi verilmektedir. Okuyucularımın, özellikle din eğitimcilerimizin bu noktalara dikkat etmelerinde büyük fayda görmekteyim. Gayret bizden, Tevfik Allah’tandır.