Hannah Arendt hiç kuşkusuz 20. yüzyılın en büyük felsefecilerinden biri. Dahası, felsefecinin aynı zamanda bir kamusal entelektüel ve politik şahsiyet olarak önem taşımasının en güçlü örneklerinden. Çağının tanığı sıfatını, müdahil bir tanık olarak hak eden bir şahsiyet... Ölümünden sonra, kendi eserlerinin yanında onun düşüncesi üzerine yazılanlar başlıbaşına bir literatür oluşturdu. Elisabeth Young-Bruehl’in yazdığı Arendt biyografisi, bu literatür içinde müstesna bir yere sahiptir ve klasikleşmiştir. Tam teşekküllü bir biyografi elinizdeki: Arendt’in yaşam hikâyesini entelektüel macerasıyla iç içe anlatıyor. Bir düşünce tarihi incelemesi ve sanki bir ‘roman’, aynı zamanda... Arendt’in düşüncesinin oluşumuyla kişisel dramının seyri, birbirinin dekoruna dönüşmeden, önümüze seriliyor. Dönem romanı boyutunu da gözardı etmemeli. Arendt’in 1906’dan 1975’e uzanan ömrü, 20. yüzyılın büyük olaylarına tanıklık ediyor. Odakta, Nazi iktidarı ve Yahudi soykırımı var. Arendt erdemi kamusal da, politik olanda arayan bir düşünürdü. Onun dünyası, dünyaya duyulan iştahla doluydu: Dünyaya açılmak , dünya üzerinde evinde hissetmek , onun özlemleridir. Bu mükemmel biyografi de, Arendt’in dünyasıyla beraber tüm dünyaya açılıyor.