Kitaplarımdan birine, geçici olarak Güvercin Tüneli adını koymadığım sayılıdır. Bu adın nereden geldiğini açıklamak kolay. On dört, on beş yaşlarındayken, babam beni Monte Carlo’daki kumar partilerinden birine götürmeye karar vermişti. Eski kumarhanenin yanında bir spor kulübü vardı, çimle kaplanmıştı, atış poligonu denize bakardı. Çimlerin altına yerleştirilmiş birbirine paralel tüneller deniz kıyısına uzanırdı. O tünellere, kumarhanenin damında tuzağa kapanan yumurtadan yeni çıkmış canlı güvercinler yerleştirilmişti. İşleri, zifiri karanlık tünelde kanat çırparak Akdeniz semalarına ulaşıp ellerinde tüfeklerle, kâh ayakta, kâh yere uzanmış, bekleyerek avlanan besili beyefendilere hedef olmaktı. Iskalanan veya uçmayı yeni öğrenmiş güvercinlerse, öbür güvercinlerin yaptıklarını yapardı. Dünyaya geldikleri yere, kendilerini aynı kapanların beklediği, kumarhanenin damına dönerlerdi. İşte bu manzaranın, uzun yıllar gözümün önünden gitmemesinin nedenini, okurlar belki benden daha iyi anlayabilirler. John le Carré