Behçet Çelik’in hikâyelerinde, okuduklarımız kadar okumadıklarımız da yer tutar, denebilir ki bu hikâyelerin asıl nirengi noktasını onlar oluşturur; dışarıda bırakılanlar, yazılmayanlar, söylenmeyenler... Dolayısıyla, olan bitene odaklandığımız ilk bakışta değil, esas olarak ikinci bakışta, ikinci okuyuşta çarpacaktır bizi bu hikâyeler. Anlatıcı gibi hikâye kişileri de kendi hikâyelerini abartmaya, süslemeye kalkışmazlar. Sürprizli sonlar gereksiz birer yüktür: Zaten her şeyin olup bittiği, fedaların, vazgeçişlerin, düş kırıklıklarının bile geride kalmaya başladığı andır, bir Behçet Çelik hikâyesinin başladığı nokta. Hikâyenin sonundaki aydınlanma anını kahramanlar değil, biz okurlar yaşarız, artık o öykünün öncesini kurabilmeye başlamış, metin karşısında aydınlanmışızdır çünkü... Bir şifre, çetrefil bir bilmece, sırrına erilecek bir anlam da söz konusu değildir; Raymond Carver, Vüs’at O. Bener ve Barış Bıçakçı’yla akrabalığı olan Çelik’in metinleri, şifreden çok şiire yakındır. Okur tarafından keşfedilmeyi bekleyen yalın bir şiire.

Benzer Kitaplar