Mayısın beşini altısına bağlayan o Hıdrellez gecesi, gül ağaçlarının dibinden değişik dilekler topladı Hızır ve İlyas. Kimi yaptığı küçük bir ev maketiyle, kimi çocuğunun oyuncak arabasıyla dile getirmişti sahip olmayı arzuladığı şeyi. Zarla oynanan bir oyunun kâğıt paraları da, bezden dikilmiş bir erkek bebek de ilginçti kuşkusuz. Ama hiçbiri, güllerinin üzerine barut kokusu sinmiş bir bahçede buldukları, kapağında Gökkuşağına İki Bilet yazan el yapımı kitap kadar şaşırtıcı değildi. Hızır ve İlyas iki yıl sonraki Hıdrellez’de, bu kez bir darağacının altında, üç gencin cesediyle karşılaşıncaya dek başka hiçbir şeye bu denli şaşırmadılar. Pal Sokağı’nda koşuşuyor çocuklar, uçan bir trapezci ta Ay’a seyahat ediyor. İç çekmeler, dillerde ergen yangınlar. Unutulmuş bir yaz akşamında kalan yazılmamış öyküler. Attilâ Şenkon, bir çocukluk şarkısı anlatıyor, babaya mektup, bir gündüz rüyası... Gökkuşağına İki Bilet, şefkatle geçmişe bakıyor. Hayat dediğin hatırlamak.