“Hayat, gelirken yanında getirdiklerinin, buradayken biriktirdiklerinin ve bu ikisiyle yaşayabildiklerinin toplamından başka nedir ki? Derler ya; öğrenilmiş çaresizliği ve sürdürülebilir mutsuzluğu bir kenara bırakıp her anı umut ederek yaşamak lazım.” Özge Budak’ın ilk kitabı Girit’in Perileri, sade dili, katmanlı hikayesi, mübadele dönemine yönelik nesnel bakışı ve çok karakterli yapısını başarıyla kurabilmesiyle öne çıkan bir roman. Yazar bir ilk kitapta düşülebilecek pek çok hatadan uzak durmasıyla, anlatımındaki yalınlıkla okurla metin arasındaki mesafeyi ortadan kaldırıyor. Henüz ilk satırında, okuru çabucak içine çekebilen atmosfer kitabın sonuna dek büyüsünü koruyor. Girit’in Perileri, anlatımındaki tüm çabaları bir kenara bıraktığımızdaysa; Süheyla’nın, Amir’in, Ali’nin, Selahaddin’in, Kahire’de, Beyrut’ta, Girit’te, pırıl pırıl Ege Denizi’nde geçen zorlu yolculuklarında; tüm imkansızlıklara rağmen ayakta kalabilmelerini tek bir unsurla sağlıyor: Umut... Bu açıdan bakıldığında, roman gerçekçi ve sarsıcı pek çok sahne barındırmasına rağmen, karakterlerinin birbirlerinden, umutlarından güç almalarına olanak tanıyarak okuru bir an bile karamsarlığa sürüklemiyor. Bir ilk romandan çok daha fazlası olan Girit’in Perileri’ni, hem ileride adını sıklıkla duyabileceğiniz bir yazarı tanımak, hem de güçlüklerle mücadele eden, ayrılıklara, ölümlere, yurtlarından edilmeye göğüs geren karakterleri aracılığıyla yaşama mucizesine yeniden inanabilmek için defalarca okuyacaksınız.