Anlatılacakların size geçmişten, siz sokakta yürürken pencereden izleyen biri gibi baktığı zamanlar vardır. Geçmiş saatler, geçmiş eylemler, tekinsiz bir yalıtılmışlığa dönüşür; onlar ve dönüp onlara bakan siz arasında devamlılık yoktur artık. Varoluşçuluğun babalarından sayılan İskoç romancı ve Nâzım Hikmet’ten Sartre’a pek çok yazarın yayıncısı -ve majestelerinin hükümeti nezdinde resmen devlet desteğine muhtaç ‘bağımlı’- Alexander Trocchi’nin ilk romanı ‘Genç Âdem’ bu paragrafla başlıyor ve Glasgow-Edinburgh arasındaki Clyde Nehri’nde yük taşıyan mavnalardan birinde çalışan genç Joe’nun, nehirde bulduğu kadın cesediyle kargaşaya boğulan dünyasına giriyor, delikanlının tekne sahibi ve eşiyle ilişkisi etrafında dolanıyor, ölen kadınla olan bağlantısına varıyor ve ‘Ben olsam ne yapardım?’ sorusunu sorduran ahlâki bir denklemde düğümleniyor. 2003 yılında başrollerini Ewan McGregor ve Tilda Swindon’ın paylaştığı aynı adlı filmle sinemaya uyarlanan Genç Âdem, kontrol edilebilen ve edilemeyen olay ve olguların bireyi sürüklediği varoluşçu ikilemleri ilkel benliğin hâkimi cinsellikle yoğurarak okurunu pek çok konuyu sorgulamaya yönelten bir yolculuğa çıkarıyor.