Biliyorum geç kaldım. Üzerimde geç kalmışlığın mahcubiyeti. Sanki; geçmişten bugüne en büyük aşklar yaşanmış, en güzel şiirler yazılmış, en içli şarkılar söylenmiş, hayata dair, aşka dair yaşanacak ne varsa yaşanmış, bize ne söylenecek tek bir söz ne de yaşanacak bir aşk kalmış gibi... Bırakıp gidenlerden geriye sahibini bulmuş şarkılar, şiirler, aşk hikayeleri kalmış... Bizim payımıza ise sahipsiz bir yalnızlık ve dünya ya geç kalmanın ızdırabı düşmüş... Peki ne yapmalı?!! Bu hayata gelmek ve buradan ayrılmak bizim tercihimiz değil. Ne zaman ve nerede doğacağımızı, kimliğimizi, cinsiyetimizi biz belirlemiyoruz. Bir bilinmezden başka bir bilinmeze yolculukta, hayat denilen durakta duruyor ve bize ayrılan sürenin sonunda veda ediyoruz. Herşey daha önceden belirlenmiş olanların bize yansımasından ibaret gibi görünüyor. Bize uygun olan elbise çoktan seçilmiş, bize de onu giymek düşüyor sanki. Öyleyse bu hayat yalnızca örülen ağlardan yazılan yazgılardan mı ibaret? Peki.. Bize ait olan nedir? Cevap aslında çok basit. Gelmek ve gitmek arasında bize ayrılan sürenin içinde olan şey. Yani Hayat..