Bu yeşil ve ıssız tepelerde, gözleri kan çanağına dönmüş halde, yağmurdan sırılsıklam bu kırlarda tökezleye tökezleye ilerliyorlar. Bir zamanlar buralarda silah kuşanmış, gözlerini bile kırpmadan azimle bekleyen, baldırı çıplak orduların kemikleri üzerindeki koyun mayısı kaplı toprakları çiğniyorlar. Ayaklarının altından kayıp, yere sağlam basmalarını engelleyen döküntülerden korkarmışçasına sendeleyerek yürüdükleri felaketin eşiği, yalnızca yalçın kayalığın çıkıntısı değil. Asıl felaket artık kovalanan yegâne ejderhanın, titrek avuç içlerinde rüzgârdan ve yağmurdan korumaya çalıştıkları, bir parça sigara paketi yaldızından içlerine çektikleri dumandan ibaret kalması. Oysa yalnızca çisilti, çisilti ve rüzgâr var. Ki bazen ve geceleyin bu tepelerde dağlar gök gürültüsüyle zangırdar ve fırtına feryat koparır ve yağmur cirit atılıyormuşçasına azar ve şimşek çaktığında salkım saçak gölün üzerinden sıçrar. Ama bugün değil.