2007’de başlayan kriz, sadece iktisat politikası kararlarına ya da kurumların davranışlarına yönelik eleştirilerin yoğunlaşmasına yol açmadı. Hakim iktisat kuramının piyasa ekonomisinin işleyişini çözümleyebilmede ne ölçüde başarılı olduğu da sorgulanmaya başladı. Kriz, dengeye gelme sürecinin ne makro ve ne de mikro düzeyde düşlendiği kadar kolay işlemediğini, dengesizliklerin toplumsal maliyetinin ise çok büyük olabileceğini bir kez daha gösterdi. Bu bağlamda J.M. Keynes’in adını, yeniden ve büyük bir sıklıkla, duymaya başladık. Aslında ilginin nedeni basitti. Krizden çıkabilmek için neler yapılabileceğini bulabilmek için 70 yıl önce benzer bir olayda çıkış yolunu göstermiş olan Keynes’e sığınmaktan daha doğal ne olabilirdi ki? Gerçi bu yol Keynes’in nasıl düşündüğünden çok, hangi sonuca vardığı ile ilgileniyordu ama bu da amaç için yeterliydi. Keynesçilik, bu bağlamda, alınan kararlar için tanımlanmış bir ölçüttü.