Politik ve sosyal alanlarda eşi benzeri görülmemiş bir dış değişimin yaşandığı bir dönemde her birimizin karşılaştığı temel bir içsel mücadele var mıdır? Krishnamurti, Profesör Allan W. Anderson ile yaptığı bu onsekiz söyleşi içinde, insanların temel sorunlarını belirlemekte sadece başarısız olmakla kalmayan, aynı zamanda organize din, bilim, politik ideolojiler veya piyasa ekonomileri konusundaki ümitlerimizi ortaya çıkarmanın aslında bu temel sorunları yarattığını belirtiyor. Uzmanların, rahiplerin veya guruların otoritesine körü körüne boyun eğerek hasar veren sonuçlara maruz kalıyoruz ve yaşama amacımızı bulamıyoruz. Düzensizliğimizi, algılamamızı, duygu ve düşüncelerimizi neden görmüyoruz ve anlamıyoruz? Neden kendimizi tatmin etmenin değişik yollarına veya ulusçuluk, kör dini inanç gibi birilerinin aşıladığı nevrotik yollara kaçıyoruz? Hayatlarımızı bu şekilde böldüğümüz için bütün insanların aynı temel durumu paylaştığı, yaşamak, sevmek ve ölmenin her birimiz için geçerli olduğu ve doğru anlaşıldığı zaman bunların bölünemez olduğu konusunda, yani yaşamı bir bütün olarak görmekte kaçınılmaz olarak hataya düşeriz. Krishnamurti’ye göre, zorluklarımızdan kurtulmanın çaresi ancak her birimizin zihninde başlayabilir; gerçekte hayatı, kendimizi ve diğerlerini ne şekilde algıladığımızın farkında olarak... Dikkatin enerjisinin ‘olan’ üzerinde toplanması adına öncelikle bir inanç konusu olarak dine geleneksel bakışın terk edilmesi gerekiyor. Diğer yaklaşımların tümü bizi, gerçek dinin özü olan bu anlayıştan uzaklaştırır. Ancak bunu gördüğümüz zaman insan yaşamının derinliği kendini göstermesi, sevgi ve zekanın çalışmaya başlaması bambaşka bir hayat yaratır. Bu diyaloglar boyunca Profesör Anderson, yanlış anlaşıldığına inandığı ve Krishnamurti’nin savunduğu düşünceleri destekleyen, Batı ve Doğu’ya ait dini eserlerden birçok alıntı yapıyor.