Üçüncü cildin konusu, Tek Tanrıcılığa yeni bir yaklaşım tarzı olan ve “Semavi Dinler” olarak adlandırılan, sırasıyla Yahudilik, Hıristiyanlık ve Müslümanlık dinlerinin ortaya çıkış süreçleri ve bu dinler üzerindeki Ezoterik öğretilerin etkileridir. 3. Cilt içerisinde yer alan bir diğer önemli husus, Ezoterik öğretilerin bu dinler içerisinde geçirdikleri değişimler ve Semavi dinlerin Ortodoks öğretileri ile Ezoterik inanırları arasında ortaya çıkan mücadelelerdir. Her üç semavi dinin kurucusunun ortak yönleri, hepsinin de birer inisiye olmalarıdır. Her üçü de Ezoterizmi yakından tanımaktadır. Ancak takipçileri, Ezoterizmi uygulamaktansa, kitlelerin çok daha kolay benimsediği, dinlerin dış kabuğu olan uygulamalarını, yani Ekzoterik yönlerini kitlelere benimsetmeyi, kendi çıkarlarına daha uygun bulmuşlardır. Musa, Ezoterik öğretiye Mısır’da inisiye edilmiştir. Bir Osiris rahibidir. Çok tanrılı Mısır inancından bir sapma gibi görünen ancak gerçekte bir aslına dönüş olan Aton dinini ve deneyimini incelemiş ve Mısır halkının Tek Tanrıcılığa çok uzak olduğunu tespit etmiştir. Bunun üzerine de, Tek Tanrı inancını zaten bünyesinde barındıran, Mısır’daki Kenanlı göçebe topluluğuna, İbranilere dönmüş ve onlarla işbirliği yapmıştır. İbranilerin Mısır’dan çıkmalarını mümkün kılan Musa, kendi Ezoterik öğretisini tüm İbranilere aktaramamıştır zira Ezoterik öğreti ancak inisiyelere derece derece verilen bir Sırlar Öğretisidir. Musa’nın kitabı, Hiyeroglif yazısının 3. Okunma tarzı olan gizli yazı biçimiyle kaleme alındığı için, İbranilerin bu öğretiyi yeterince algılamaları mümkün olamamıştır. Bu nedenle Musa, İbrani liderlerinden 40 kişiyi seçerek onları inisiye etmiş ve gerçek öğretisini anlatmıştır. Bu kişiler, Kabul Edilmişler anlamını taşıyan Kabbalacılardır. Kabbalacılar, Yahudi inanırlarının çok küçük bir bölümünü oluşturmaktadır. Vaat edilmiş toprakları ele geçiren İbraniler kendi ülkelerini kurmuşlarsa da, bir süre sonra Babil işgalinden kurtulmayı başaramamışlardır. Babil’e sürgün giden Yahudi din adamları burada, Ezoterik öğretinin efsanelerle karışmış, yozlaşmış bir türeviyle karşılaşmıştır. Bu rahiplerden Ezra, Musa’nın bazı anlatımlarında ne demek istediğini yeni bilgiler ışığında daha iyi anlamış, anlayamadıklarını da kadim Sümer efsanelerinden tamamlayarak, yeni bir Tevrat ortaya çıkarmıştır. Bu sırada, Ezoterik öğretinin temel kavramı olan Tanrı-Evren-İnsan ayniyeti inancı da, kendisine kullar yaratan bir Tanrı inancına dönüşmüştür. Böylece kullarını ödüllendiren ya da cezalandıran, her şeyin yaratıcısı Tanrı kavramını kabul eden, tüm semavi dinlerin Ortodoks inancı ilk kez ortaya çıkmıştır. Birlik kavramı gerilemiş, Yaratan ve yaratılanlardan oluşan ikili bir yapı doğmuştur. Yahudi dinine inanmak, sadece Yahudilere tanınmış bir haktır. Yahudi doğmayanın dine katılmasına asla olumlu gözle bakılmamıştır. Ancak Yahudiler dünya nüfusunun çok küçük bir yüzdesini oluşturmaktadır ve çok kısa bir süreçte, putperest olarak tanımladıkları başka halkların işgali altına girmişlerdir. Roma bu işgalcilerin en güçlüsüdür. İşgal ettikleri toprakların tüm dinlerine saygı gösteren Romalılar, Yahudilerin sadece kendi Tanrılarını gerçek Tanrı olarak görüp diğerlerini aşağılamaları karşısında, Yahudileri “Kafir” ilan etmek zorunda kalmışlardır. Bu çatışma, Yahudilerin Mesih inancı ile birleşince süreç, İsrail Krallığı üzerinde hak iddia eden, Kutsal Kraliyet Ailesi mensubu İsa’nın ortaya çıkmasıyla sonuçlanmıştır. Esenniler arasında inisiye edilerek Ezoterizmle tanışan İsa, o günün Roma kuklası İsrail Kralına bir tehdit oluşturması nedeniyle Mısır’a kaçırılmış ve İskenderiye’de Neo Platon okulun kurucusu Pilon tarafından Ezoterik eğitimine devam edilmiştir. Pilon’un kendisini yönlendirmesi üzerine buradan Hindistan’a geçmiş, Budist rahiplerin tavsiyesi üzerine de Tibet’e gitmiştir. Uzun yıllar Tibet’te eğitilen İsa, burada kadim Mu dinini öğrenmiş ve öğretisini bu dinin temelleri üzerine kurmuştur. Tibet’ten İsrail’e dönen İsa burada bir yandan öğretisini halka anlatırken, bir yandan da inisiye öğrencileri olan Havarilerini etrafına toplamış ve Ezoterik bir okul kurmuştur. İsa’nın giderek güçlenmesi, onun aynı zamanda İsrail Krallığı için güçlü bir aday olduğunu bilen Yahudi dini rahiplerini korkutmuş ve İsa’nın bir isyankar olduğu gerekçesiyle Romalıların onu yakalamaları sağlanmıştır. Sadece kendisine isyan edenleri çarmıha gererek öldüren Roma yönetimi, İsa’nın da çarmıhta idamına karar vermiştir. Kitabın 3. Cildinde İsa’nın yaşamının bu gizemli tarafları ayrıntılarıyla ele alınmıştır. İsa’nın tarih sahnesinden çekilmesinden sonra, Pavlus İsa’nın öğretileriyle, Roma’da yaygın olan Sol İnvictus inancını birleştirerek, kendi görüşleri doğrultusunda bir Hıristiyanlığı Romalılar arasında yaygınlaştırmaya başlamıştır. Böylece İsa’nın Ezoterik öğretisini takip eden Gnostiklerle, Pavlus’un Hıristiyanlığını takip eden Ortodoks inanırlar ayrışmış, İznik Konsilinde Gnostisizmin sapkın ilan edilmesiyle, Ortodoks inanç Hıristiyanlığın omurgasını oluşturmuştur. Roma’da Papalığın ortaya çıkmasından sonra Ortodoks-Katolik Hıristiyanlık haricinde tüm inançlar ölümle tehdit edilmiş, en küçük bir farklı düşünce dahi şiddetle cezalandırılmıştır. Yine de Ezoterizm tamamen yok edilememiş, Şövalye Tarikatları ve Masonluk gibi Meslek Örgütleri aracılığıyla Orta Çağın karanlığını aşmayı başarmıştır. Batı dünyasında bunlar olup biterken, Orta Doğu’da da, çoğunlukta olan çok tanrılı inanç ile azınlıkta olan Tek Tanrı inanırları arasındaki mücadele devam etmektedir. İbrahim’in inancı olan ve oğlu İsmail vasıtasıyla Yemen’de varlığını sürdüren Tek Tanrıcı Hanif Dinin inanırlarından Muhammed, aldığı ilahi mesajlar ile Hanif Din inançlarını bir araya getirerek, İslamiyet (Allah’a Teslim Olanlar) adını verdiği kendi öğretisini yaymaya başlamıştır. Çok Tanrılı inanırlar ile Müslümanlar arasında çıkan çatışmaları, Hanif Din inanırlarının desteği ile Muhammed kazanmış ve Arabistan’dan başlayarak dinini Arap alemine ve Asya’ya yaymaya girişmiştir. Ancak Muhammed’in ölümü sonrası Hanif Din inanırları, kuzeni ve damadı olan Ali’nin arkasında toplanırken, eski çok tanrılı din inanırları önce Ali karşısında öne çıkardıkları Ebubekir’i tahta geçirmişlerdir. Ebubekir de bir Hanif Din inanırı olmasına rağmen, kabileler arasında izlediği denge politikası nedeniyle, eskiden yönetimi ellerinde tutan ve çıkarları için Müslüman olan ailelere fazla karşı çıkamamıştır. Ardından tahta geçen Ömer ve Osman döneminde de fazla bir değişiklik olmamış, ileride İslamiyet’in Ortodoks kanadını oluşturacak olan Sünnilik (Kuran’ın emirleri ve Peygamberin hadisleri dışına çıkmama anlayışı) giderek güçlenmiştir. Sünnilik bu yönü ile tıpkı Ferisilik ve Katoliklik gibi dogmatik bir yapıya sahiptir. Her türlü gelişmeye ve çağdaş yoruma kapalıdır. Ali’nin kısa dönemli hilafeti, karşısındaki güçlü ailelerce çabuk yıkılmış ve tamamen Sünniliğin hakimiyetindeki Emevi dönemi başlamıştır. Bunu, her biri Sünniliği seçen Abbasiler, Selçuklular ve Osmanlılar izlemiştir. Arapların işgal ettikleri topraklardaki Ezoterizm yanlısı birçok grup, Ali’nin arkasında toplananlarla ittifak kurmuş ve bunlara bir bütün olarak Aleviler denilmiştir. 3. Ciltte, “Batıniler” adı altında bu ekoller ayrıntılarıyla ele alınmıştır. Bu akımların en güçlülerinden olan İsmaililer, Haçlı Seferleri sırasında Templier Şövalyeleri ile giriştikleri işbirliği sırasında kendi Batıni öğretilerini onlara aktarmış ve Hıristiyan dünyasında son derece zayıflamış olan Ezoterizmin yeniden yükselişe geçmesine ön ayak olmuşlardır. Yine İspanya’yı işgal eden Arap orduları içindeki Batıni Müslümanlar, hem Hıristiyan Gnostiklerle, hem de Yahudi Kabbalacılarla ilişkiye geçerek, bir nevi Ezoterizmin Birlik anlayışını yeniden tesis etmişlerdir. Bunlardan, görüşleri hem batıyı hem de doğuyu en derinden etkilemiş isimlerin başında İbni Arabi gelmektedir.