Evvela güneş, o cehennem güneşi değil, o siyah dumanlı, insanın belini büken güneş değil, kız gibi saf ve taze bir güneş gelip odaları aydınlatıyor, ‘Uyanınız’ diyordu; sabaha kadar deniz insana mahrem ve şen bir ninni söylüyor, bazen tehevvür ederek gürlüyor, köpürüyor, fakat ekseriya böyle sakin bir kuzu gibi melul ve uslu... Suat her gün bu güneşle beraber uyanıyor, sıçrayıp camları açıyordu, o zaman içeri sabah, hayat, neşe, bâhusus gençlik, her şey sade bu güneşle, sade denizin sesleriyle, bütün bunlar odalarına ve kalplerine hücum ediyordu; insanı gelip böyle koklayarak ısıtan, denizin taravetiyle serin bir hararet veren güneşle yıkanıyorlardı... Eylül’de doğa ve çevre arasındaki etkileşimin hikâyeye katkısını sağlayan sadece tasvir ustalığı değil, tasvirlerin romansal gerçekliğin içinden yapılabilmiş olmasıdır. Bu açıdan Eylül Osmanlı-Türk edebiyatının “ilk psikolojik romanı” olarak gösterilir. Fransız romantizminden etkilenen Mehmet Rauf trajik bir aşk hikâyesini, kişilerin iç bunalımlarını, çatışmalarını, duygusal yoğunluklarını büyük bir dil zenginliğiyle ortaya koyarken insan ruhunu etkileyen doğayı ve mekânları da şiirsel bir güzellikle betimler. Işıltılı yaz günlerinin bitiminde, sonbahar mevsiminde, yani Eylül’de cereyan edecek trajik olayın okurda yaratacağı hüznü, yaz ve sonbahar karşıtlığıyla derinleştirir. Mevsim geçişleriyle geçip giden bir aşk, yakalanmışken kaçıp giden mutluluk...

Benzer Kitaplar