Yüzümüzü dönüştürmüşüzdür gün batımı vakitlerinde, güneşin battığı ufuklara. Sırtımız doğudan yana. Fevc fevc Eyfel’e yönelmişiz. Güneşin batarkenki bakır sarısı ışıklarıyla pırıl pırıl görünen Eyfel’e! Koşmuş, koşmuşuz. Ama yakalayamamışız o ışıkları. Güneş kızgın bir kor gibi Atlas Okyanusu’nun derinliklerinde sönerken biz Eyfel’in karanlıklarında açmışız gözlerimizi. Göz gözü görmez dehlizlerde, Eyfel şeytanlarının medeni ugultularıyla beyinlerimiz uyuşmuş. Eyfel zangoçlarının çağrılarına uyarak Promete’nin Balo’suna gitmişiz, Eyfel zangoçlarının çağrılarına uyarak Promete’nin Balo’suna gitmişiz, Eyfel’deki karnavala. Ah Eyfel! Sen ancak Everest’ten bakıldığı zaman parıldayan bir tapınakmışsın. Şeytan adına dikilen kulelerin en sonuncusu! Seni yapanlar önce Babil’i dikmişlerdi, gökleri yere indirmek için. Sonra çelik devrinin simgesi olsun diye seni yaptılar kendi kutsallarına sıkılmış hırçın yumruk gibi, senin dibinde insanlığı kurban ediyor itaatkar kulların. Doymaz bir dev gibi yutuyor, tüketiyorsun insanlığı Eyfel! Oraya vardığımızda bizi ardından koşturan altın sarısı ışıklar çoktan kaybolmuştu. Kopkoyu bir karanlığa dalıyordu kalabalıklar. Ben durdum. Ötesinde aydın olmayan bir tünele dalıyor gibiydi girenler. Ama girenlerden daha çok çıkanlar vardı. Koca mabedin içinde neler olmaktaydı ki?

Benzer Kitaplar