Evli insanların çoğu, birbirlerinden kopma noktasına gelip de, aralarındaki sevgiyi yitirdiklerinde, boşanmak onlar için korkutucu bir kâbustur. Hele ortada çocuklar varsa ve kadının ekonomik bağımsızlığı yoksa işler daha da çetrefilleşir. Bu tür çiftler, tek başına yaşamaya cesaret edemedikleri için, boşanmak yerine, arada bir durumu tercih ederler. Evliliği sonlandırmadan, bir takım gerekçeler yaratırlar. Ben buna, ARAFTA YAŞAMAK diyorum. Kadın ele güne karşı; Başımda bir kocam var ama iş için şehir dışında, ne yapacaksın ekmek parası, diyerek durumu kurtarıyor. Yani, bu tarz yaşam biçimi, topluma karşı, sigorta niteliği taşıyan bir yalan oluyor. Süreç içerisinde, erkek kendini yarı bekâr olarak hissettiğinden, başka kadınlara umut ve vaatlerde bulunabiliyor. Sahte cennetler yaratırken, karşısında ona inanan kadını da, bir cehennemin içerisine sürüklüyor. Bir nevi acı çektirme eylemine girişiyor. Bu debelenmeler her iki tarafın yanı sıra, çocuklara da büyük mutsuzluk ve yıpranma getiriyor. En yürekler acısı durum işte orada ortaya çıkıyor. Çocuklar evlilik olarak, bu sakat ilişki biçimini algılıyorlar. Evlilik kurumuna, anne babalarına saygıları kalmıyor. İleride bu çarpık modeli, "AİLE" diye kendi özel yaşamlarına taşıyorlar. Bu böyle nesilden, nesile, aktarılıyor. Onlar mağdur olmasın diye katlandım. Onları ana, babalarından ayırmak istemedim, -Onları boynu bükük görmek istemedim. Gerekçeler böyle uzayıp gidiyor. Yıllar sonra da yapılan fedakârlıkların faturası çocuklara çıkarılıyor.