Engla her zaman yaptığı gibi bugünde yine dalgaların ahenkli sesine dalmış, kendini ılık havaya teslim ederek, gözü kapalı hayallere dalmıştı. Kim bilir nerelere gitmişti Marco Poloya özenip Çin diyarlarında mı geziniyordu? Yoksa İstanbul’un ince, uzun şık minareli camileri arasında mı? Yerinde duramıyor, kanı fırtına gibi içinde akıyordu. Viking atalarındaki o kaşif ruh tüm bedenini, ruhunu sarmıştı. Aniden sesler işitti o sakinliği, sessizliği bozan gürültüler, bağrışmalar. Sesler, oldukça yakından geliyordu. İstemeyerek de olsa gözünü açtı. Birde ne görsün kıyıya yaklaşmış büyük bir gemi ve ona doğru kayıklar içinde kürek çeken bir sürü insan. Biraz ürkmüştü. İçi ürperdi. Buraya bir sürü gemi uğrar, adanın usta işçiliğinden yararlanıp tamir işlerini hallederek, malzeme temini yaparlardı. Farklı milletlerden birçok gemi gelirdi ama bu gemi farklıydı sanki. Oldukça büyük ve genişti koskoca toplarını adaya doğru dikmiş bakıyordu. Ürkmesine rağmen içini merak da kemiriyordu, uzak ülkelerden gelen bir gemiyse eğer, onlarla tanışmak konuşmak istiyordu.