Myth’ler, masallar denip geçildi yüzyıllardır, gülerek, k’ale alınmayarak atalarımızın bizlere aktardıkları. Ünlü ozanımız Homeros ise, myth’lerin değil de, yıllardır kökenimiz hakkında anlatılanların masal olduğunu çıkartıyor Odysseia’da ortaya. Tabiatın doğasından meydana çıkmış Zeus, Athene ve diğer tanrılara, kalemle hak ettikleri mermerlerde insan formu veren atalarımızın, kökende aynı kaynağa dayalı şaman inançlarını, pagan dinler olarak değerlendirip, binlerce yıldır horlayıp yadsıdık, bizden önce Anadolu’ya gelen bizlerle birlikte. Oysa, yağmur bulutları, şimşek ve gök gürültülerini Zeus ve onun gümbürtüsüne; onun başından doğan yağmur damlacıklarının sicim şeklindeki biçemleri (Athene’nin okları) toprağa düştüğünde, onu yaralayıp üzerinde çukurlar açmasını, savaş imgelemine karşılık Savaş tanrıça dendiğini, anca bugün kavrayabildik. Doğa ve onun güçlerinin zengin teşbih ve istiareleriyle donatılmış, o denli güçlü anlatımlı bu sanat şaheserinin benzerine, bir daha tarih boyunca tanık olabileceğimizi pek sanmıyoruz. Doğaya zarar vermemek için, çizmelerini topuksuz üreten Erg-enek-on’lular yanında, sella’sının üzerini, insan eliyle ondan daha görkemli bir çatıyı gerçekleştiremeyeceklerini bildikleri için Güneş çarkı ve Gök babaya karşı açık bırakan Didymaion Apollon mabedinin İonya’lı mimarlarına, hayran kalmamamız mümkün mü? İnsan şaşıp kalıyor: Olası mı, bu denli doğaya aşık olmak, bugün ona güttüğümüz bunca düşmanlık ortadayken? diye.