Sevgili Ağustos Böceği! Nihayet sana mektup yazma vakti geldi. Vallahi içimde büyük bir dertti. Dostum, ben de pek çokları gibi seni tembel, uyuşuk, işe yaramaz, keyfine düşkün ve gürültücü bir kimse olarak biliyordum. Ama kabahat bütün bütün bende değil! Ah o Lafonten yok mu? Neymiş efendim! Güya karınca, kan ter içinde çalışırken, sen bütün bir yazı saz çalıp türkü söyleyerek geçirmişsin. Ilık gölgeli bir söğüt dalının üzerinde yan gelip yatmışsın. Sonra kışın soğuk nefesini ensende hissedince, soluğu karıncanın kapısında almışsın. Açlıktan ölüyorum. Açlıktan ölmezsem soğuktan donacağım. Bana yardım et! demişsin. Karınca ise, Yazın saz çalıp türkü söylüyordun ya! Şimdi de oyna biraz! diyerek, seni kapısından kovmuşmuş! Bak şu Lafonten’in yediği naneye! Sana attığı iftiralar yetmezmiş gibi, o mert karıncayı da nasıl zalimlikle suçluyor!? Gözünü seveyim artık üzülme. Çünkü ben her şeyi öğrendim. Karınca bana olan biteni bir bir anlattı. Ve gerçeğin, medyada çıkan haberlerden çok farklı olduğunu gördüm...