Dünya bugün içerik ve mana konusunda tükenmenin eşiğindedir. Bu dünya, ‘gerçek’ ile temasın birçok açıdan koptuğu, tarih anlayışımızın tamamen kaybolduğu ya da başka anlayışlarla yer değiştirmeye zorlandığı, tüketimin hâkim olduğu, ‘gerçek’ olandan ziyade onun kopyasının ve kopyasının da kopyasının ‘gerçek’i belirlediği, media araçlarının kitleleri yönetme ve yönlendirmedeki baskın gücünün yakından hissettiğimiz bir dünyadır. Özne media teknolojileriyle yönetilip, reklam, film, TV dizileri ve benzeri içeriklerle tüketmeye yönlendirilmektedir. Diğer bir deyişle, üretim, bolluk ve bu bolluğun tüketilmesi dünyanın merkezindeki özneyi ele geçirmiştir. Medya ve reklam endüstrisi kullandığı teknolojilerle bu özneye ihtiyaç, istek ve arzular satmaktadır. Özneye metalar üzerinden yeni yaşamlar, yaşam tarzları, hazları ve yeni yaşam ruhu (zeitgeist) dayatılmaktadır; özne için artık ‘her şeyden çok fazla’ vardır. Bu endüstriler yanıltıcı bu içeriklerle özneyi sözde doyurmakta ve tatmin etmektedir. Ancak bu içerikler, tatminsizliği gidermek yerine tetiklemektedir. Tüketim lupundaki kurban çağdaş özne içi boşaltılmış metalara dönüşmektedir. Don DeLillo ve Meta-İnsan, öznenin tükettiği meta ile nasıl özdeşleştiğini, metaları tüketirken nasıl metalara dönüştüğünü ele alır. Bataklığı anımsatan çağdaş düzendeki özne için çözüm nedir? Tükettikçe tükenmeye devam etmek mi?