XX. Yüzyılın ikinci yarısında Batı dünyasında en son, modern krizin, liberalizmin, kapitalizmin, komünizmin, sosyalizmin ve diğer fikrî hareketlerin getirdiği aşkın olana herhangi bir değer yükleme, hayatın her alanında maddî referansları aramanın bir neticesi olarak ruhî bir çöküntünün içinden kurtulma arayışına girdi. İktisadî ve her türlü güvenlik çabaları, sosyal ve bireysel hazcılık, artık bir çıkmazın işareti olarak algılanmaktaydı. Kitleler söz konusu ruhî çöküşün içinde bocalamakta, bu durum hayatın her alanında kendini hissettirmekte ve içerisinde toplum hayatı için ciddî tahditler barındırmaktaydı. Aynı şekilde insan zihnini haksız bir şekilde işgal eden modern hurafe ve mitolojik unsurlarında (astroloji, falcıllık vb.) insana bir tatminsizlik getirdiği ve bunun akabinde dinin yeniden canlandığını görmek mümkündür.