"Gölün tuzdan kadehi Sızmış oraya gezgin gece Yankının kovuğu, Camdan okları güneşin İki ay mı var gökte? Biri daldaki kuşun gözü." Kadir Aydemir’in "Oradan, Uzaktan" başlıklı şiirini okuduğumda, şaşırtıcı bir olup bitmişlik duygusu yaşadım. Sessiz, ama kendilerini duyuran şiirlerdi önümdeki toplam. Sözü alabildiğince damıtıyor, bir anlamda eksiltiyor, doğrudan imgenin bilinçdışı anlamına ulaşmayı istiyor görünüyor Aydemir. Derrida’nın "şiire özgü" (poematique) diye tanımladığı olguyu fark etmişe benziyor. "Ne kadar güzelsiniz! dedim Mısır püskülüne." Hepsi bu işte. Küçük, gündelik ayrıntıları kullanıyor elbet, ama o bildik, öyküsel ayrıntıyı silerek kullanıyor. "Ölüm: Kapının önünde, Ne çok ayakkabı!" Dramatik gerilimi olağanın, sıradanın içine yerleştiriyor şair: "Kapının önünde,Ne çok ayakkabı!" Okur yazacaktır öykünün gerisini ya da öncesini. Şiirin anlatmadığında, söylemediğinde, bir ayrıntıda değinip geçtiğindedir asıl gerilim. Gerçekten de Aydemir, bir olguyu, bir duyguyu, bir nesneyi doğrudan tanımlamıyor, betimlemiyor; bir izlenim uyandırıyor sadece, birebir karşılığı olmayan bir izlenim... Ataç, çok yıllar önce, bir yarışmada "zarını" Turgut Uyar için atmış ve Uyar, Türk şiirinin doruklarından biri olmayı başarmıştı. Şiir, nankör bir sanattır. Kimi zaman insanı bırakıp gider. Birçok şair farkına varmaz ama bunun. Dileğim, Aydemir’in ve şiirin birbirini terk etmemesidir. Attığımız zar, Türk şiirine iyi bir şair kazandırmış olsun