1888 yılıydı, hayatımın on dördüncü baharı. Kalbim deli gibi çarpıyordu. Atlar hazırdı, nihayet tekrar yola çıkacaktık. Bu sefer tamamen yabancı bir diyara, hakkında konuşanın çok, ama bilenin ve görenin az olduğu Dersim'e gidecektik. Doğuya doğru 8-10 adım ileride 2. Şah Hüseyin begin güzel ağaçlar, çiçekler ve güllerle bezeli aile mezarlığı bulunuyordu. Bu mezarlığı görenler ister istemez 1855 ve 1861 yıllarını hatırlar. Ali begin sağlığında, Osmanlı ordusu Kuzuçan sınırlarına girmiş, her yeri yakıp yıkmıştı. Onca köy yakmış, insan öldürmüş ve nihayet onca zavallıyı tutsak edip İstanbul'a sürmüş olması yetmezmiş gibi, şark üslubuyla yapılmış bu süslü aile mezarlığını da tahrip etmiş, hatıraları bile kalmasın diye mezar taşlarının yazıların dahi silmişti. Bir grup misafir kadın geldiğinde muhabbet artık farklı konulara kaymıştı. Gelenler Tercan beglerini eşleriydi, kocalarıyla birlikte Havlor Surp Garabed manastırına adağa gidiyorlardı. Misafirler odaya girince ben dışarı çıkmak için ayaklandım. Misafir kadınlar hanımlara beni sordular: Kamo? (Kimdir?) Armenego! (Ermeni'dir!) diye cevapladılar.