“Ve benim içimde de dalga yükseliyor. Kabarıyor; sırtı kavisleniyor. Bir kez daha yeni bir arzunun farkında oluyorum, süvarisinin önce mahmuzladığı sonra da gemini çektiği gururlu at gibi bir şey yükseliyor altımda. Sırtına bindiğim sen, şimdi bize yaklaştığını sezdiğimiz düşman kim, bu kaldırımda eşelenerek dururken biz? Ölüm o. Düşmanımız, ölüm. Mızrağımı indirerek ve saçlarım genç bir adamın, Hindistan’da dörtnala giden Percival’in saçları gibi uçuşarak ölüme doğru koşuyorum. Atımı mahmuzluyorum. Sana doğru fırlatacağım kendimi, yenilmeden ve boyun eğmeden, Ah Ölüm!” Geleneksel roman anlayışından kopuşun öncüllerinden Virginia Woolf’un en özgün yapıtı olarak kabul edilen Dalgalar, hayatın ritmini doğanın döngüsü ve zamanın akışıyla uyum içerisinde yansıtır. Birlikte büyüyen, üçü erkek, üçü kız altı çocuğun, gençliğe ve sonra da yaşlılığa uzanan bir çizgide ve birbirine koşut dokuz bölümde izlediğimiz yaşamlarını monologları ve iç sesleri üzerinden anlatır Woolf. Dalgalar bir metafordur, bu yaşamların yapısını kurar, gelgitleri insan yaşamının ve ruhunun ritmini yansıtır. Tüm kitap boyunca saf bir bilinç akışı tekniği kullanan Woolf, ortak bir trajedinin etrafında şekillenen, farklı ancak yer yer kesişen, birbirini bütünleyen, belki de hepsi bir bütünün parçaları olan hayatları anlatır. Dalgalar, yazarın ortak ve bireysel benlik arayışını, gençlik umutları ve orta yaş çıkmazlarını kaleme aldığı deneysel bir roman, kendi deyişiyle bir “oyun-şiir”.