Kültürel çeşitlilik olgusu ve özellikle göçlerden sonra oluşan azınlık gruplar, bugün Batı Avrupa ve Kuzey Amerika ülkelerinde toplumsal ve siyasal gerilimlerin nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. Azınlıklar, bir potada eritilmeye uzun süredir direniyorlar; kültürlerinin, dillerinin, dinlerinin, yaşam tarzlarının, değerlerinin, kısacası kimliklerinin, tanınması, kamu alanının bir parçası haline gelmesi için, dört koldan mücadele veriyorlar. Çokkültürcülük işte bu çeşitliliği açıklama, kavramlaştırma ve siyasete dahil etme girişimlerinden biri olarak özellikle yirminci yüzyılın son çeyreğinde beşeri bilimler ve siyaset literatüründe kendine önemli bir yer edindi, çokça tartışıldı ve farklı ülkelerde hayata geçirilmeye çalışıldı. Günümüzde ise birçok Batı ülkesinin çokkültürcü siyasetlerden ve siyasalardan geri adım attığı görülüyor ve çokkültürcülüğün artık iflas ettiği, “öldüğü” kanısı yaygınlaşıyor. Bu kanının yaygınlaşmasında, Batı'da uzun mücadelelerin sonucunda ve büyük bedeller ödenerek elde edilen demokratik kazanımların yitirilmesinden duyulan kaygıların ve bu bağlamda, özellikle 11 Eylül saldırılarıyla belirgin hale gelen yeni küresel siyasal iklimde, İslam'ın, Müslüman kimliğinin ve batılı Müslüman göçmenlerin bir şiddet kültürüyle ilişkilendirilmesinin de payı büyük.