Bir kadını birden çok erkekle birlikte olmaya yönelten nedir? Mahremine buyur ettiği erkeklerin her birinin ayrı bir eksiği tamamlaması, ayrı bir özlemi gidermesi, farklı yaralara üfleyip farklı zevkler vermesi mi? Yoksa kadın, o erkeklerden her birinin yanında, farklı bir kadın olabilmeyi mi sever? Kadınlarının hiçbirinden vazgeçemeyen erkek, hepsine birden mi âşıktır onların, yoksa her kadının yanındaki farklı erkeklik hallerinden müteşekkil mi görür kendini? Cevabı bilmiyorum. Bilmem gerekmiyor. Bazı soruları sormak yetiyor çünkü. Sorarak, muhtemel cevapların evrenine girmek yetiyor. Aşk bahane aslında, bu soruların esas nesnesi ‘benlik. Her insanın hem çok parçalı hem de çoğul olduğunu, on dokuzuncu yüzyılın sonunda, bugün bana hâlâ taze gelen bir bakışla anlatan William James, Ne kadar insan tanıyorsam o kadar da ‘ben’ var bende derken, içimizdeki tekillik ve bütünlük duygusunu çürütmüyor, aksine, bu duygunun altyapısını anlamaya davet ediyordu bizi. Yekpare değiliz hiçbirimiz, yegâne de değiliz üstelik. Ve galiba bu yüzden seviyoruz o tekillik ve bütünlük hissini. Aklına, yüreğine, koynuna girdiğimiz insanların her birinin yanındaki farklı hallerimizin toplamı olduğumuzu biliyoruz zira; çoğulluğumuzu ve çok parçalılığımızı içten içe hep sezdiğimizden belki, benlik denen o koyu tutkala ihtiyacımız var.