Genel kavrayışta şiddet, anormal ve istisnai bir fenomen olarak değerlendirilmekle kalmaz istenmeyen bir eylemler bütünü olarak da sunulur. Oysa, insanlığın kayda alınan 5.600 yılında, 14.600’den fazla, bir başka deyişle her yıl ortalama 2,6 savaşın yaşanmış olması gerçekte şiddetin istisnai, anormal ve istenmeyen bir eylemler bütünü olmak bir yana daima insan deneyiminin bir parçası olageldiğini en çarpıcı biçimde ortaya koymakta diğer taraftan semavi dinlerin ortak anlatılarından biri olan Habil ve Kabil öyküsünün içerdiği temel motifin kardeşler arası şiddet olması ise şiddetin tarihi derinliği yanında şiddetin, en beklenmedik sosyal ilişki düzeylerinde ve aktörler arasında dahi rastlanan bir fenomen olduğuna dair kolektif insan deneyimine işaret etmektedir. 20. yüzyıl birçok açıdan değerlendirilebilir ve bu değerlendirmeler sonucunda 20. yüzyıl, bilimsel ilerlemenin, demokratikleşmenin, insan özgürlüğünün ve benzeri pozitif gelişmelerin tarih boyunca görülmemiş düzeylere ulaştığı yüzyıl olarak kavranabilir. Oysa şiddet bağlamında değerlendirildiğinde aynı 20. yüzyılın, iki tanesi bütün Dünya’yı kapsayan ve muharebe alanlarındaki askerlerden daha fazla sivilin ölümüne neden olan sayısız savaş ile soykırım, toplama kampları ve soğuk savaş gibi daha önce görülmemiş şiddet biçimlerinin deneyimlendiği bir yüzyıl olduğu hemen göze çarpar. Ve hatta 20. yüzyılda teknik gelişim sonucunda şiddet araçlarının, insan aklının sınırları içinde hiçbir siyasal amacın sahip olmadığı düzeyde yıkıcı bir potansiyele sahip olduğu anlaşılır.