Carl Gustav Jung, yaşayan her insanın kendi ömründen uzun bir deneyime sahip olduğunu söylemiştir. Çünkü insan kendi türünün sonucu olarak buz dağının sadece görünen yüzüdür, suyun altında türün genetik geçmişinin büyük mirası derinlere dek uzanır. Benzer biçimde ve hatta çok daha büyük bir ölçekte toprağın ve coğrafyanın da bir kültüre ve birikime sahip olabileceği hatırlanmalıdır. Tüm canlılara var oluş mekanı olan yer, içinde bulunduğu sistemin en büyük kaydedicisi, yaşayanı ve hatta beslenenidir. Bedeninde can verdiği bütün yaşam formlarından bir parça taşıyan, her şeyi gönlünce şekillendiren, dönüştüren ve kendine benzeten etkin bir aktördür yer. Tam da Edip Cansever’in muazzam dizelerinde duyulan gibi: “İnsan yaşadığı yere benzer, O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer. Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine...”