Orhan Veli'ni İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı dizelerindeki gibi, bu kez ben Diyarbakır küçe lerinde, sokak larında geziyordum. Siyah saçlı, kara hübür gibi simsiyah gözlü, on beş yaşında terk ettiğim çocukluğumu ararken, onu, şimdi bu küçelerde ak saçlı bir okey! olarak bulunuyordum... Acı, evet, isot tabir edilen en acı biber gibi acıydı gerçek... Bu kez sokaklarımızda ne gâvur dum, ne haço! Ne de Kürtlerin deyimiyle fıllâ! Ah! Keşke! Yine buralarda, bu diyarlarda, bu sokaklarda, bu örtme altlarında, bu zabok larda, bu beden kullik lerinde, Demirciler Çarşısı'nda, Yemenci'lerde, Yoğurt Pazarı'nda, Mardin Kapısı'nda, Fiskaya sında hep eskisi gibi bir gâvur parçası olabilseydim... Zaman... O acımasız zaman ın elime tutuşturduğu minik teybimle sokaklarımızı gezerken, üç yaşından belki de on üç yaşına kadar, kızlı erkekli Kürt çocuklarının çemberine sıkışmış, kafile halinde yürüyorduk. Onların, adım başı, Okey good! , Good okey! , Mani! , Mark! , Dolar! sözcükleriyle kimi zaman gülerek, kimi zaman burunlarını çekerek bana seslenmeleri, isot dan da öte, tuhaf bir burukluğu dönüşüyordu yüreğimde.