ARAF Yıllar önce oğlunu, ardından eşini kaybetmiş Saba ile yakın bir ilçede askerliğini yapan ünlü yazar Engin’in yolu bir gün mezarlıkta kesişir. Saba’yı ilk gördüğü anda yeni romanının kahramanı yapmayı kafasına koyan Engin, onu tekrar görmek ümidiyle her hafta sonu mezarlığa gitmeye başlar. Yaşadığı acıların ardından, kendini dış dünyaya kapatmış olan Saba, Engin’in bu niyetinden habersiz, tanımlayamadığı bir hisle ona tüm hayatının düğüm düğüm olmuş gizlerini anlatmaya başlar. Engin’le konuşmak bir terapidir Saba için. Anlattıkça içindeki zehri boşaltır ve farkında bile olmadan yeniden soluk almaya başlar. Kader onlara, hiç beklemedikleri ve belki de hiç istemedikleri bir senaryo hazırlamaktadır. Birlikte geçirebildikleri hafta sonları, adlandıramadıkları bir bağ oluşturur aralarında. Birbirlerine hep belli bir mesafede kalmalarının nedeni, kocasına hâlâ âşık olduğunu söyleyen Saba’nın araya ördüğü bir duvar gibi görünse de aslında sık sık ziyaretine gelen kocası Kerem’in canını yakan tehditleridir. KADER Şehrin bir ucundan, diğerine birbirlerinden habersiz yaşayan, her kesimden insanın, hiç ummadıkları bir zamanda yolları kesişiverirse ne olur? Yarın için ne planlar kurarız kendi kendimize. Ama en ince yapılmış planlar bile kaderin önünde yerle bir olur. Kader’i okurken misafir olduğumuz kimi yerlerden, soluğumuz kesiliyormuş gibi kaçmak, kiminde de, yaşanan mutluluğun bir parçası olabilmek için hep orada kalmak isteyeceksiniz. Bazen Zehra’yla kederlenip, bazen de Lamianımla kahkahalar atacak, gündelik yaşamımızın olağanlığı içinde olağanüstü anlar yaşayacak ve sonunda tüm çirkinliklere karşın güzelliğin kazandığına inanacaksınız. Ve... Dinimizin güzelliklerinin, değişik kesimlerde ne kadar farklı algılandığını bir kez daha düşüneceksiniz. BİTANEM Adım Leyla. Bu benim romanım. İstanbullu diplomat bir çiftin, arkadaşsız, kurallarla biçimlendirilmiş, aynı yerde yaşıyor olmasına rağmen annesinin yüzüne hasret, babasını sadece resmi bayramlarda görebilen, babaannesiyle Ankara’da büyümüş bir kızıyım. Amacım; kendimi, eksikliklerim ve yanlışlıklarımla çırılçıplak soymaktı. Bu bir anlamda çirkinliklerimin, acılarımın, özlemlerimin, pişmanlık duyup utandığım, hatta neden yaptığımı bile anlayamadığım davranışlarımın bir dışa taşması, itirafı. Belki de ölmeden önce sırtımdaki yükleri atmanın bir yolu… Adım Yücel. Bu romanı Bitanem yazmış. Gerçekten de o benim bitanemdi; onu ilk kez gördüğüm günden, gözlerimi bu dünyaya yumuncaya kadar. Ben yaşamaya onun gözlerinde başladım ve hayata veda etmeden gördüğüm son şey, yine onun gözleriydi. Okulun ilk haftasında tanıdım onu; o da benim gibi çelimsiz bir kızdı. Konuşmaya başlayınca onun da Türkçesinin benden daha iyi olmadığını anladım. Aylül, Mardinli bir Süryani kızıydı. Elimi ilk tutan kişiydi bu tanımadığım yeni dünyada, ilk arkadaşımdı, yıllarca hayatımdaki en değerli yeri tutan ve ölürken bile hasretini çektiğim dostumdu. …Hayır, annemle babamın öldürüldüklerini öğrendiğimde ağlamadım. Onlara öyle öfkeliydim ki; kucaklarının tadını bile bilmediğim, kokularını hatırlamadığım ve çocukluğumu onlarsızlığa mahkum ettikleri ve beni bırakıp gittikleri için… …Sonra burnumun ucunu öpüp, bir de teşekkür ederek arkasını döndü. Bir dakika bile geçmeden uyumuştu. Kocamın temasıyla kutsadığı kadınlığım, kendine destek yaptığı omuzlarım ve burnumun ucuyla üşüdüm. HAYAT YAŞAMAYA DEĞER Günaydın komşum, günaydın marketçim, gazetecim, sütçüm. Günaydın okula giden çocuklar, el ele okuldan kaçanlar, kapımın önünü süpüren temizlik işçileri, Çağdaş’ını okul servisine bindiren güzel Yasemin, Kamuran Teyze’ye yoldaş olmaya gelen Ayşe Kız. Günaydın beni sevenler, günaydın bana küsenler. Gününüz aydın olsun sabah yürüyüşünde rastladığım bütün çevre sakinleri, tanıdığım, tanımadığım herkes, her karşılaştığımızda bana iyi günler dileyen bastonlu yaşlı beyefendi. Balkonumdan sabahın ilk ışıklarıyla pırıl pırıl parlayışını seyrettiğim derem, kuşlar, kelebekler, koklamaya kıyamadığım balkonumdaki çiçekler, günaydın hepinize. ÇIRILÇIPLAK Bir kadın tek başına seyahat edemez mi? Otobüste hastalanıp şoförden yardım isteyemez mi? Bütün suçum bu mu yani benim? Ben mi davet ettim felaketimi? O adamları ben mi davet ettim? Kılık kıyafetim mi onlara bu cesareti verdi yoksa? Ayağımda mokasen ayakkabı, üzerimde yaz günü kollu basma elbise. Saçlarım oğlan çocuğu gibiydi. Başımda bandana vardı. Yüzüm gözüm ağlamaktan kıpkırmızıydı. Dudağımda rujum bile yoktu. Nasıl olmuş da ben davet etmişim onları? Sokağa çıkmaya korkuyorum, biriniz daha karşıma çıkar da yaşadığım onca acıyı tek bir cümlede özetleyip arkasından timsah gözyaşları döker diye. Benim cinselliğim tecavüze uğramadı. Benim anılarımın, hayallerimin, geleceğimin ve insanlığımın ırzına geçildi. GAVURUN DÖLÜ Canım çok acıyordu, büyüyünce unutacaksın dediler. Büyüdüm ama unutmadım. Canım hâlâ acıyor. Evleri, umutları, kalpleri yanan, hayatın savurduğu bir aile. Tutunmaya çalıştıkları İstanbul'da kaybolan Esmehan, Sofi ve Ömer. Geçmişini arayan Aylin, Nurgül, Aynur. Terk edilişini her gün terk ederek unutmak isteyen Kemal. Büyük bir sırrın tam ortasındaki Müçteba. Tehlikeli oyunlar içinde savrulan yürekler, daha fazla sır saklamayacaklar. Kurgu ile gerçeğin, dün ile bugünün, başlangıç ile sonun hikâyesi. Yakın tarihi ustalıkla anlatan, unutulmuş gerçekleri tekrar gün yüzüne çıkaran, intikam kadar soğuk, gerçeğin ta kendisi kadar yakıcı bir öykü. Candan Özer'in kaleminden sarsıcı, alışılmadık bir roman: Gavurun Dölü. Geçmişle soğuk bir yüzleşmeye, acılarla yakıcı bir ödeşmeye, aynanın içindeki karanlığı görmeye hazır mısınız? Sırlar yeterince gizli kaldı, artık ödeşme zamanı... Herkes için.

Benzer Kitaplar