Bazen rüyasında kendisini uçarken buluyor. Denizin içinde su yüzüne çıkar gibi ayaklarını çırptığında havada yükseliyor. Yalnız bu sefer, denizde değil, şehrin ortasında... İnsanların aşağıda küçüldüğünü görüyor. Sanem oralarda bir yerde mi? Hayranlıkla onu izliyordur herhalde. Görmüyor ama aşağılarda bir yerden ona baktığını biliyor. Rüyalarında bu tür şeyleri biliyor. Bazen normalde bilemeyeceği şeyleri bilmeye başladığında rüya görmekte olduğunu anlıyor. Anlamaya devam ederse uyanıyor. Altmışlı yıllarda doğmuş bir çocuk, tavan arasındaki lambalı radyo, televizyon yeni çıkmış. Aya inen adam, Zati Sungur, Ümit Yaşar, Mata Hari Saklambaç'ta, Rüçhan Adlı Türkan Şoray'a bakıyor. Mehmet hatırlıyor, Salih Güney Bildiğin gibi değil, diyor: İzah edeyim . Eskişehir'e uçak düşüyor, PE-RE-JA kolonyası kokuyor Hilâl ile Nihâl. Yılmaz Güney, Mahir'i saklıyor. Böyle böyle geçiyor zaman. Büyükler Ölünce Toprağa Gömülür, bir hastalık olarak çocukluğa bakıyor. Nezih Erdoğan, eksile eksile büyüyen çocukları, naftalin kokulu orta sınıf evlerini siyahi bir dille anlatıyor.