Yediyüz yılı aşkın bir süredir, Anadolu’nun sınırlarını aşan değişik inanç kurumlarının doğmasına olanak sağlayan etkisiyle ilgi çeken Mevlânâ üzerinde durulmaya değer, önemli bir konudur. Adına kurulan Mevlevilik adlı kurumla, şiiriyle, töreleriyle, ezgisi-çalgısıyla etkisini sürdüren Mevlânâ, kırsal kesimden uzak kalmasına karşın belli, varlıklı çevrelerde tutunmuş saygınlık kazanmıştır. Mevlânâ’yı anlamak, bilmek Anadolu’nun belli bir kesimini tanımak, düşünce yapısını öğrenmektir. Onun düşünceleri benimsenmese bile, Anadolu tarihindeki yeri dolayısıyla öğrenilmesi, anlaşılması gerekir. Mevlana çağına göre yeniydi, eski inançlara yenilerini katmış, Anadolu’da yeni bir davranış biçiminin yerleşmesine katkıda bulunmuştu. Onun çalgı, içki, ezgi, tören, oyun eşliğinde sürdürdüğü gelenek, katılaştırılan inançlara karşı daha geniş bir pencere açmaktı, bunda başarılı da oldu. Mevlânâ’yı, yaşatmak onu katılaştırmak, değişmeyen bir nesneye dönüştürerek geçmişten geleceğe aktarmak değildir. Eskiye özlem duyarak, eskiyi katı bir yapı biçiminde sürdürme eğilimine kapılarak Mevlânâ’dan yana görünmek, onun düsüncesiyle, inancıyla bağdaşmaz, üstelik onun anısına saygısızlıktır. Mevlânâ içen, seven, gülen, oynayan, sevilen, sevmeyi bir din olarak benimseyen kimsedir, onun yanına bütün katılıklardan, geçmişin donmuşluğuna özlem duymaktan sıyrılıp arınarak gitmek gerekir. Bu çalışmada bu düşünceyi vurgulama, Mevlânâ ‘yı başkalarının değil, kendi ağzından dinleme yolu seçilmiştir.