Söylenmeden kalmasın ve belli olsun ki Oğuz Kağan'ın yanında ak sakallı, ak saçlı, tecrübeli, yaşlı bir kişi vardı. Anlayışlı, doğru bir insandı. Oğuz Kağan'ın veziriydi. Adı Uluğ Türk idi. İşte bu Uluğ Türk, günlerden bir gün, düşünde bir altın yay ve üç gümüş ok gördü. Bu altın yay gündoğusundan ta günbatısına dek uzanmıştı. Üç gümüş ok da güneye doğru gidiyordu. Uykudan sonra düşte gördüğünü Oğuz Kağan'a anlattı ve dedi ki: “Ey kağanım, senin ömrün hoş olsun, ey kağanım, sana dirlik hoş olsun, Göktanrı düşümde ne verdiyse gerçek olsun. Tanrı bütün dünyayı senin soyuna bağışlasın!”Oğuz Kağan, Uluğ Türk'ün sözünü beğendi. Onun öğüdünü dinledi ve öğüdüne uydu. Ondan sonra, büyük ve küçük oğullarını çağırttı ve dedi ki:“Ey oğullarım, benim gönlüm av diliyor ama kocamış olduğum için cesaretim yoktur. Gün, Ay, Yıldız! Tan yönüne sizler varın! Gök, Dağ, Deniz! Tün yönüne sizler varın!”Ondan sonra oğullarının üçü tan (doğu) tarafına, üçü de tün (batı) tarafına vardılar. Gün, Ay, Yıldız, çok avlar, çok kuşlar avladıktan sonra yolda bir altın yay buldular. Bunu alıp babalarına verdiler. Oğuz Kağan sevindi, güldü, yayı üçe böldü ve dedi ki: “Ey büyük oğullarım! Yay sizlerin olsun, yay gibi okları göğe kadar atın!”