Hiçbir hayat yalnızca tek bir kişiye ait değildir. İnsan hayatını yazmak isteyince ve kendisini başka hayatlarla karşı karşıya bulunca anlıyor bunu. O hayatı kuşatan tüm tarih, evren ve toplum kişiyi belirleyen, yaratan, oluşturan gerçeklerdir. Bu nedenle kişisel tarihim gibi bir tanımı pek doğru bulmuyorum. Bu kitabı yazarken karşı karşıya kaldığım tercihlerin hepsinin sonunda beni bir devrimin, bu devrim için fedakarca çalışan, kendini adayan ve feda eden insanların, onları yaratan toplumsal ve tarihsel gerçeğin anlatılmasına götürdüğünü gördüm. Kendimi anlatmaktansa onların yaşamına şahitlik ettiğim kısa yaşam döneminin anlatımını esas aldım. Her duygum onlarla oluştuğundan, her yaşadığım onlarla dolu olduğundan her anlatım onlara çıkıyordu sonunda. Bu, birebir bir tarih anlatımı değil. Görebildiklerim ve algılayabildiklerim ne kadardı, ben içinde olduklarımı ne kadar fark ettim ve anlam derinliğine ne kadar ulaştım diye hep düşünmüşümdür. Ama yine de tarih, şahitlik ettiğimiz zamanların ve onlara verdiğimiz anlamın toplamı değil midir? Herkes bir ucundan tutuyor, bir yerden bakıyor ve kendi anlam gücü doğrultusunda tanımlıyor yaşadıklarını ve onun etrafında toplaşan paralel yaşam evrelerini. Benim de yaşadıklarımdan en fazla geriye kalan onlardır.