Modern uluslararası ilişkilerin tarihi genellikle, Otuz Yıl Savaşları'nı bitiren Westfalia Antlaşması'na (1648) kadar uzatılır. Avrupa'nın uluslaşması süreci diyebileceğimiz bu yoğun dönemin nihayetinde Kont Cavour'un İtalya'da elde ettiği başarıyı Almanya'da tekrarlayan ise Prens Bismarck olmuştur. Her ikisi de ülkelerindeki şehir devletleri ve feodal hükümdarlıklar arasındaki sonu gelmez kavgaları, dış politikada elde ettikleri başarıların sağladığı karizma ile sona erdirmiş ve millî birliklerinin mimarı olmuşlardır. Adeta bir kuyumcu titizliği ile hazırladığı şartlar, Avrupa devletler dengesini Prusya'nın lehine çevirdiğinde harekete geçen Bismarck, Alman birliğinin önündeki en büyük iki engeli Sadowa (1866-Avusturya) ve Sedan (1870-Fransa) zaferleri ile aştıktan sonra iç politik sorunlar, güneş görmüş kar gibi erimiştir. Prusya Kralı I. Wilhelm İmparatorluk tacını takarken, tarih Alman ırkının Bismarck'ın omuzlarında yükselişine şahitlik etmiştir. Gerçekten de, öldüğünde Times gazetesinin yazdığı gibi, “Birinci Napolyon'un Saint Helen Adası'nda vefât ettiği zamandan beri siyaset âleminde cumartesi günü Friedrichsruh'da hayatının sayılı nefeslerini tamamlamış olan Bismarck kadar büyük bir adam vefât etmemiştir.” 19. asrın ikinci yarısına siyasî dehasıyla damga vuran Bismarck'ın, ölümünün hemen ardından kaleme alınan elimizdeki biyografi, tarihte oynadığı rolün ülkemizde de takdir gördüğünün en mühim delilidir.

Benzer Kitaplar