“İş cinayetleri, “fıtrat” değil, 37 yıl önce iktidar sahipleri tarafından benimsenen neoliberal ekonomik modelin kaçınılmaz sonucudur. Dr. Gürcanlı, iş cinayetlerinin “piyasanın ekonomik bir tercihi olduğunu” ve “önceden tahmin edildiğini” tespit ederken, cinayetin failini açıklamakta ve cesaretle teşhir etmektedir.” – İsmail Saymaz - Elinizdeki bu kitaba bir ikinci baskı demek yanlış olacaktır. Tam anlamıyla gözden geçirilmiş ve genişletilmiş yeni basım tanımı sanırım en uygun tanım. Çünküyalnızca kapsam genişliği değil, bölümlendirme, içerikte ciddi gözden geçirmeler ile yeni bir kitap gibi değerlendirilmesi daha uygun. Bir de tabii ki bir yazar olarak elinize aldığınızda daha içinize sinen “işte bu ilk kitabım” diyebileceğim bir kitap oldu, o yüzden elinizdeki bu kitabı ilk kitabım olarak değerlendiriyorum. İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin tarihini kapsamlı bir şekilde birinci bölümde ele almaya çalıştım, zira tarihsel maddeci bakış açısını bu alana da oturtmak önemli. Her zaman kaynak olarak kullanılabilecek bir ek olarak, tarihteki en büyük işçi ölümlerini ve yine tarihten üç birbirinin hemen hemen aynısı örneği ele aldığım eki bu dönemselleştirme ile birlikte okumanız iyi bir giriş olacaktır. Sonrasında ise kavram tartışmaları üzerine (işçi sağlığı mı, iş sağlığı mı gibi) hâlâ bu alanda yapılan tartışmalara değiniyorum. Üçüncü bölüm belki de bakış açımızı en net hale getirmemiz gereken “kaza” ve “risk” kavramlarına odaklanıyor. Aslında kaza diye bir şeyin olamayacağını iddia ediyor, “kaza”nın da sınıfsallığına vurgu yapıyor. Hemen ardından gelen bölümde ise yüzbinlerce işçinin ölümü sonrasında hemen hemen her defasında benzer şekilde işleyen akla uygun hale getirme, meşrulaştırma, sermayeyi aklama girişimlerine değinmeye çalıştım. Paris kanalizasyon işçilerinin yaşadıklarını da bu bölüme bir ek olarak tasarladım. Milyonlarca işçinin ölümünün belki de yüzde doksanından fazlasının sorumlusu olan, ama “kaza”lara oranla hep geri planda kalan, meslek hastalıkları ve bunlardan en ciddilerinden birisi olan silikozis beşinci bölüm ve ekini oluşturuyor. Silikozisin tarihçesini okudukça, meslek hastalıklarının neden bu kadar göz ardı edildiğini de görebiliyoruz. İnsanlık tarihinin en güzel ve ileri adımı Ekim Devrimi ve Sovyetler Birliği’nin kurulması, ardından işçi sağlığı ve iş güvenliği alanında bugün bile ulaşamadığımız noktaya birkaç on yılda ulaşılmasını tam da meslek hastalıklarının tarihselliğinin ardına koymak istedim bölüm yedide. Sonrasında ise artık kapitalizmin asli istihdam biçimi haline gelmeye başlayan taşeron sistemi ile işçi saglığı ve iş güvenliği arasındaki ilişkiyi ortaya koymaya çalıştım. Sekizinci bölümde sıkça dillendirilen “önlem almak ödemekten ucuzdur” anlayışıyla hesaplaşmaya çalıştım. Yaşamımızın her alanına, sokağımızdan su kaynaklarımıza, ormanlarımızdan, her gün eğlenmeye birisiyle buluşmaya gittiğimiz mekanlara kadar her şeyi bozan, yaşanılmaz kılan ve ekonominin lokomotifi olarak tanımlanan inşaat sektörü ve iş cinayetlerindeki rolünü dokuzuncu bölümde ele almaya çalıştım. Sonuncu bölüm ise kısa, ama ilerde uzatılması, hatta kitabı yazılması gereken bir bölüm bence. Aydınlanma mücadelesi olmadan, laiklik olmadan işçi sağlığı ve iş güvenliği mücadelesi verilebilir mi sorusunu soruyor ve yanıtlamaya çalışıyor. Bu son bölümü kaza ve risk kavramlarını tartıştığım üçüncü bölümle hatta sonraki süreçleri ele aldığım dördüncü bölümle birlikte düşünmenizi, çevrenizle tartışmanızı isterim. Bu kitap yazılmasa da olur diyebileceğimiz, iş cinayetlerinin yok oldugu, eşit ve özgür bir ülke umuduyla…