Beyin kalb ile düşünür. Yani kalbsiz bir düşünme vücûda gelmez. Zaten hikmet onun için beyin faaliyeti değil kalb faaliyetidir. Modern bilgi paradigmasının bunu anlaması mümkün olmayacaktır. Kur'an görmenin de kafada değil kalbde olduğunu bildirir. Kur'an kendi aydınını diğer aydın tasavvurundan ayırmaktadır. Yalnızca İslam, bilginin insana verildiğinden bahseder. Bilgi, Adem'e verilmiştir (Bakara 2: 30), melekler her şeyin ismini sayan Adem'e secde etmiş (boyun eğmiş)lerdir. Bilginin verildiği sırada Adem henüz peygamber değildir. Zaten bilgi ona peygamberlik bilgisi olarak değil eşyayı kavramlaştırma bilgisi olarak verilmiştir. İlim ancak Allah katındadır (46Ahkaf 28). Bu beyan, insanın bilgi ile irtibatını tayin ediyor. İnsanın sa'y u ameli ile bilgiye erişemediği bir tasavvur dünyasını huzura koyuyor. Bu mutlak bir hususiyet olmalı. Hiç bir mahluk kendi gayreti ile bilgiye erişemeyecek ve insan olmanın bu hususta bir imtiyaz alanı açtığını söyleyemeyecek. İnsan bilgisinin küllü bir alıntıdır, bu alıntı ilk vahiyden yapılmadır. İnsan'a has, insan olmaktan doğan bir bilgi yoktur. Bunu insana doğduğu günden ölümüne dek ona bilgi aktaran öğreticiler nedeniyle söylemeye cesaret edebiliyoruz. İnsan, cismanî yanının, biyolojik güdülerinin peşinde de kelime üretemez. Kelimeler insan tarafından üretilemez. Başlangıçta (Âdem'le) verilmiştir. İnsanlar kelimeleri bir ezber sonucu, başkalarından aktarılarak elde etmişlerdir. Hayatının devamında da bu ezber katmanlarına muhatap olurlar. Bilginin kendisi bilenlerin bilmeyenlere dayattığı bir belletmedir. İnsan farkında olmadan bu belletmelerden alıntılar yaparak yaşamını devam ettirir. İnsanın yeryüzünde zenginlik/debdebe peşinde koşmasına, burjuva toplumu kurgusuna rıza göstermesine neden olan bilgi nefsî bir bilgidir. Kitapta bu bilginin reddine ilişkin sorgulama yapmayı denedik. Bir cevap bulduğumuzu iddia etmiyoruz.