O diğerlerinden oldukça farklıydı. Kardeşlerinin tüyleri, annelerinin tüyleri gibiydi. Kızılımsı bir renkti. Ama o, boz renkteydi. Babası Tek Göz´e benziyordu. Tam anlamıyla bir kut soyuna çekmişti. Boz yavrunun gözleri uzun süre açılmamış, dokunarak ve koklayarak öğrenmeye çalışıyordu herşeyi. Kardeşlerini tanıyordu. İki erkek ve iki dişi kardeşi vardı. Annesi diliyle tüylerini yalarken uyumayı çok seviyordu. Yaşantısının ilk ayında, vaktinin çoğunu uyuyarak geçiriyordu. Gün geçtikçe çevresini daha iyi tanımaya başlıyordu. İçinde yaşadığı yerin bir duvarının, diğer duvarlardan farklı olduğunu keşfetti. Bu farklı duvar mağaranın girişiydi. Buradan içeri giren ışık, göz kapaklarına vurmuş, içini titretmişti. Zaman geçtikçe bu ışık, onu mağaranın girişine doğru çekiyordu. İşte bu zamanlarda annesinin dilinin sadece yatıştırıcı değil, incitici olduğunu da öğrendi. O, ışığa doğru ilerledikçe annesi onu burnuyla azarlar gibi sertçe dürtüyordu. Böylece acınınne olduğunu öğrendiği için ondan daima sakındı.