İster gövdeni savur, ister hayallerinle hız ve sınırları hükümsüz bırak. Sonunda bir seyyahsın. Hayali tarafından; mesela, Şahbenderzade’nin kaleminde Raci oluyor ve bir yudum kahveye refakat eden ney sesiyle, olağanüstü âlemlerde tayyi mekân ve zaman tecrübeleri yapıyorsun. Veya sahip olduğun bir Ruhsal Ayna; olmuş ve olacak bütün vukuatı gözler önüne seriyor. İkisinde de gerçek dünyanın bütün sınırlayıcı ve kuşatıcı şartlarından azadesin; “sırrın ve gerçeğin” merkezindesin! Ancak, her iki durumda da, A’mak-ı Hayal (hayallerin derinliği)de boğulmamak için hayallerini yazmak zorundasın! Tarihin en büyük cihangirlerinden birisi ile İlmi Ümran’ın kurucusu ve en parlak temsilcisi bir âlimin buluşmasının, kaynaklarda ufak bir kayıtla geçiştirilmesine iç dünyamda edegeldiğim itirazı, öylece saklayamazdım. Hayalin sınırsızlığında onları kendilerine ait ruh ve inanç ikliminde buluşturma ve konuşturmayı; bu suretle de, tarihin o ruhsuz ve kifayetsiz kaydını ete kemiğe büründürmeyi kendime dert edinmiştim. Zira tarih; kendi usulüne göre yapabileceğini yapmıştı. Timur’la İbni Haldun’un büyük mülakatı, o noktadan sonra artık; hayale, tasvire ve edebiyata dair bir meseledir. Ve onu ben yapacaktım. Sahne ve senaryo olarak muhtaç olduğum her şeyi bana; muhayyilenin inşai kudreti ve sınırsız nüfuz kabiliyeti fazlasıyla sağlayacaktı.