Birçok şeyi sanki ilk kez görüyor, ilk kez konuşuyor, ilk kez yaşıyorduk. Yeni bir şehrin acemiliği değildi bu. Kendimizi ne köklerinden kopmuş ne bırakıp gelmiş ne de dağılıp saçılmış hissediyorduk. Ama o şehirle aramızdaki ilişkinin, orlonu yetmemiş bir hırkanın tonu tutmamış bir kolu gibi uyumsuz olduğunu hepimiz seziyorduk. Boyumuz uzuyor, annem şişmanlıyor, oda her geçen gün sanki biraz daha küçülüyordu. Bu kitap, Zehra Çiğdem’in söze verdiği emek ve satır satır yüreklere dokunan parçalardan oluşan bir toplamdır. Bize hemen her gün yanı başımızda olan bitenleri şiirsel bir dille anlatıyor; aşkları, geçkalmışlıkları, kırılmaları, başlangıçları, insanla ilgili, insani olan her şeyi dile getirirken bir an sayfalardan sizi çalıp koca bir tarihle hesaplaşmaya sürükleyebiliyor... Hayatla yazı arasındaki organik bağın gücü, anlatılanların sahiciliğini pekiştiriyor. Yaşadığını, hissettiğini, bir çay sohbetinde anlatır gibi özgün ve dokunaklı bir biçimde sayfalara aktarırken bir o kadar da sahici olmayı terketmeyen Çiğdem’in bu ilk çalışmasıdır.