Cengiz Bektaş, denemelerinde “barış”ı anlatıyor. Ancak yazarın anlattığı soyut bir kavram değil, özlemlere, tanıklıklara dayanan bir birlikte yaşama özlemi. Cengiz Bektaş, kendi çocukluğundan bugüne, ders kitaplarındaki savaş ve düşman kavramını irdeleyerek başlıyor kitabına. Savaşlar yüzünden göçenlerin yaşadıkları özlemlerle, göçlerle yoksullaşan yaşama kültüründen örneklerle noktalıyor. İyi bir ozan olan Cengiz Bektaş, barış kavramını, ayrı dinlerden, ayrı uluslardan toplulukların bir arada yaşadığı Kuzguncuk semtinden tanıklarla somutlaştırıyor. Sonra da Ege Denizi’nin iki yanındaki insan ve kültür benzerliğini vurguluyor. Bir barış sofrası olabilir bu deniz. Oysa bir korku denizi. Ama doğal yıkımlarda uzanan komşu eli, yöneticilerin körüklediği doğal düşman simgesini siliyor. Cengiz Bektaş’ın denemelerinde, gezi izlenimleri de, şiirleri de yer alıyor. İnsanın ancak tanımadığı coğrafyadan ve insandan korkacağı gerçeğinden yola çıkan yazar, Ege’yi bir ayna gibi kullanarak bize yüzümüzün komşumuza benzediğini gösteriyor. İki kardeş kadar benzer, iki kardeş kadar ayrı bu insanlar barış içinde yaşamalı, silahlara ayrılan para, uygarlığa harcanmalı yargısına vardırıyor okuru.